Sayfalar

6 Aralık 2019 Cuma

Midye Tava (Serap Teyze'den)

Slm,

Midye yiyeceğim hiç aklıma gelmezdi, yemem-yiyemem diye düşünürdüm. Sevgili arkadaşım Büşra annesinin güzel midye tava yaptığını ailece pek sevdiklerini söyleyinceee.... hemen atladım.

Bu arada tesadüfen öğrendiklerim Türkiye de yılda 70 bin ton midye tüketiliyormuş ve 60 bin tonu kaçak nereden geldiği belli değilmiş. Midye suyu filtre ederek temizliyormuş (bilgi Güven İslamoğlu).

Ayda yılda bir kez yiyoruz bişey olmaz diye tarator sosla birlikte 2 adet midye sandviçi götürdüm. Sandviç ekmeğinin tabanına tarator sosu bi güzel döşeyin üzerine bol midyeyi dizin sandviç hazır. Tarifini de sıkı sıkıya aldım ki sık olmasa da yapayım bu lezzetten yeterince mahrum kalmışım yetti gari.. Tarif göz kararı inşallah Sultanreşat Pilavı tarifi gibi olmaz. Efendim duymayanlarınız için rivayet odur ki zamanında İngiliz elçi sarayda pilav yer ve pek beğenir aşçısı tarifi alır ve yapar amma velakin sarayda yenilenle yapılan pilavın Allah'ı birdir. Saray aşçısına tarif sorulur, göz kararı tereyağ, göz kararı su, el kararı pirinç, göz kararı kavrulur vs ... şeklinde uzayıp giden bir tarif. Serap Teyze sağ olsun saray aşçısı gibi tarifi verdi. Biz gençler!!  her bişeyi ölçüyle yaptığımızdan inşallah yapa yapa tuttururum.

Midye Tava için;

Midye
Sıvıyağ (kızartmak için)

Sos için: Yumurta, un, soda, tuz (hepsini iyice karıştırın ne katı ne sıvı olacak)

Midye (hazır alınmış) sosa bulayıp yarım saat civarı beklettikten sonra tekrar sosa batırarak iyice kızgın yağda pişirin.

Tarator Sos için;

Bir avuç iri kıyılmış ceviz,
Süzme yoğurt,
1 yemek kaşığında az mayonez,
2-3 dilim bayat ekmek içi,
2 diş sarmsak,
Az tuz,
Az zeytinyağı,
1/2 az limon suyu
El rondosunda malzemeleri karıştırın, cevizi iri bırakın sos hazır.













Afiyet olsun


31 Temmuz 2019 Çarşamba

Eleştiriye ceza değil yanıt verilir

Uzuuun zamandır gözlemlediğim adeta kronikleşen duruma "cuk" oturdu bu cümle. "ELEŞTİRİYE CEZA DEĞİL YANIT VERİLİR".
Bir de "İHBAR KOVUŞTURULUR İHBARI YAPAN DEĞİL" demek geldi içimden..
Kaybolan değerlerimiz...

11 Temmuz 2019 Perşembe

Taflan/karayemiş kavurması

Slm,

Yöresel bir lezzetimizi daha arşive ekliyorum. Hiiic zamani değil tazesi varken şu mevsimde... benden de böyle olsun. Taflan, karayemiş, karamiş biz kullanmasak da laz kirazı artık adına ne derseniz hepsi de doğru. Bol bol yetişir Karadeniz'de. Kan şekerini dengelemekten, demir eksikliğinin giderilmesine kadar birçok faydaları var. Karadeniz insanının atarlı, sabırsız  hallerini düşününce taflanın faydaları listesinde sadece "sinirleri yatıştırır" ifadesine pek inanasım gelmedi ama olsun gece gündüz sürekli yenmediği için kanda bu etkisini gösterecek düzeye gelmediğine kanaat getirdim kendimce..

Ölçüler göz kararı.

Taflan/karayemiş kavurması:

1 kase taflan tuzlusu (en az 4 saat öncesi çekirdekleri çıkarılıp suda bekletilmiş)
Bol soğan (2-3 orta boy)
Tereyağ
Zeytinyağ

Yapılışı: Taflan tuzlu olduğu için suyunu 1-2 kez değiştirmekte fayda var. Tuzundan arınmış taflanı hafif sıkarak kavurmaya hazır hale getirin. Soğanları zeytinyağ ve tereyağda yavaş yavaş karamelize edin. Taflanı ekleyerek biraz uzun soluklu kavurun, taflanlar yağ+soğanı iyice özümsesin. Sıcak servis yapın.
Bir arkadaşım kavurma esnasında ince kıyılmış mısır ekmeği ekleyince lezzetinin daha da güzel olduğunu belirtti henüz denemedim unutmamak için kayıtlarımda olsun diye yazıyorum. Yemeklerin yanında, çay saatinde garnitür gibi tüketiyoruz. Afiyet olsun







Sevgiyle kalın..

3 Temmuz 2019 Çarşamba

Carlos Santana/Neşet Ertaş "İnsan Olabilmek" üzerine.. İçimizi ısıtan iki örnek... Hikaye değildir

1989’da İstanbul’a ilk kez gelen Carlos Santana, alanda karşılanıp konaklayacağı otele getiriliyor. İlk gün serbest. Dinlenmek yerine “Çıkalım İstanbul’u dolaşalım.” diyor. Yanına bir rehber veriliyor. Kapalıçarşı, Sultanahmet, Ayasofya derken, Santana güzel bir çay bahçesi görüyor. Hem üstadı dinlendirelim hem de bir Türk kahvesi içsin diye bahçede bir masaya oturuyorlar. O ana kadar koca Santana’yı bir Allah’ın kulu tanımıyor. Resimdi, imzaydı diye taciz eden de yok… Rehberle beraber kahveleri höpürdeterek sohbet ediyorlar. Birden çay bahçesinin önünden geçmekte olan boyacı Roman çocuklar bağırmaya başlıyorlar: “Heyy!.. Hello Santana! Welcome İstanbul! I love you Santana!” Çay bahçesinin garsonları çocukları tersliyor. Santana rehberine diyor ki: “O çocukları buraya çağır, ben içeri gelmelerini istiyorum.” Boyacı Roman çocuklar sandıklarıyla beraber dalıyorlar çay bahçesine... Rehber söylediklerine tercüman oluyor, başlıyorlar koca Santana’yla sohbete... Diyorlar ki “Sen dünyanın en büyük gitar ustalarındansın. Senin çizmelerini boyayalım, kıyağımız olsun, beş kuruş istemeyiz…” Santana çok mutlu oluyor, hem de çok şaşırıyor… Çocuklara gazoz, kola ısmarlıyor. Sonra da soruyor tabii: “Geldiğimden beri beni İstanbul’da kimse tanımadı. Peki, bu çocuklar beni nasıl tanıdı?” Çocuklar anlatıyorlar: “Biz boya yaparken bazı müşteriler gazete okur. Fırça sallarken arada gazetelere de bakıyoruz tabii. Resmini orada gördük. ‘Dünya yıldızı Santana İstanbul’a geliyor’ yazıyordu, oradan tanıdık seni.” Çizmelere boya cila yapılıyor. Santana para vermek istiyor ama çocuklar almıyor. “Peki” diyor Santana, “Yarın akşam konserim var, beni dinlemek ister misiniz?” Rehberden ikişer kişilik davetiyelerden alıyor, çocuklara veriyor. Ertesi akşam Açıkhava’da müthiş bir izdiham var. Roman çocuklar ellerinde davetiyelerle konsere geliyorlar. Ana kapıdan giremiyorlar, çünkü Santana misafirlerine VIP davetiye vermiş, çocuklar nereden bilsin. VIP kapısına gelince kıyamet kopuyor... “Kimden çaldınız bu davetiyeleri?” Çocuklar, “Biz kimseden çalmadık abey, biz Santana’nın misafirleriyiz, o verdi bunları bize” deyince, ‘Hadi ulan!’ diyerek ve sille tokat tartaklayarak çocukların ellerinden davetiyeleri alıp kapıdan kovuyorlar. Ama Santana’nın VIP misafirleri pes etmiyor... Sanatçıların arka giriş kapısını buluyorlar. “Santanaaa! Santanaaa! Help... Help!” diye hep bir ağızdan basıyorlar feryadı. Bir şekilde rehbere haber gidiyor, o da gidip durumu Santana’ya anlatıyor. Sonra da rehber çocukları alıp kulise, Santana’nın yanına getiriyor. Salya sümük, gözyaşları içinde başlarına geleni anlatıyorlar. Santana çok üzülüyor ve sinirleniyor: “Misafirlerimi alın ve yerlerine oturtun.” Boyacı Roman çocuklar rehberle beraber sahne kenarından seyircinin arasına iniyorlar. Büyük sorun oluyor... Çocukların yerlerine çoktan birileri oturmuş bile. Görevliler bir şey yapamıyorlar... Dakikalar geçiyor ama sorun çözülemiyor. Sonunda merdiven basamaklarına birer minder koyulup Santana’nın VIP misafirlerini oraya oturtarak olayı bağlıyorlar. Rehber tekrar Santana’nın yanına gidiyor ve olanları anlatıyor. Sanatçı diyor ki “Git onlara söyle, benim misafirlerime kimse saygısızlık yapamaz... Eğer sahneye çıktığımda çocukları en ön sırada, koltuklarda görmezsem tek bir nota çalmam. Sahneye çıkarım, olayı anlatır, veda eder giderim. Tazminat falan da umurumda değil, bedeli ne olursa olsun öderim.”
Konserin başlaması lazım ama bir türlü başlamıyor. Alkışlar, ıslıklar başlıyor. Ve işler karışıyor. VIP bölümünde bir kargaşa var... Bu defa görevliler durumun vahametinin farkında. Çocukların koltuklarında oturanlar tek tek koltuklardan kaldırılıyorlar. En ön orta protokol koltuklarına Santana’nın VIP misafirleri olan Roman çocuklar oturuyorlar... Arkaya “Tamam” diye haber gidiyor, ışıklar açılıyor, sahne aydınlanıyor ve Carlos Santana sahneye çıkıyor… Yer yerinden oynuyor. İlk iş olarak ön tarafa bakıyor, misafirleri yerinde mi diye... Çocukları görüyor, bakıyor ki herkes mutlu… Başparmağını yukarı doğru çevirip VIP misafirlerine bir OK çekiyor. Sonrasında o sihirli parmaklar gitarının tellerine gömülüyor. Açıkhava’da sanki gitarından binlerce beyaz güvercin çıkıyor. Uçuyor, uçuyor, Santana’nın misafirlerinin üstünde sortiler yapıyor (Facebook’tan alınmıştır.).
Ben de size başka bir büyük sanatçıyla ilgili yaşanmış bir öykü anlatayım. Neşet Ertaş usta, yirmi yıldır Almanya’da biraz da ülkesine kırgın yaşamaktadır. Habire ‘Neşet Ertaş öldü’ diye haberler çıksa da o aldırış etmez. Bir gün TRT’de ‘Merhum Neşet Ertaş’ın eseri’ diye tanıtım yapılınca, ‘Olmaz böyle bir şey, hem de devletin kurumunda’ diyerek ülkesine dönerek konserler vermeye razı olur. İstanbul Açıkhava Tiyatrosu’nda ilk konser öncesinde ilgi olağanüstüdür. Aslında kendisi de çok heyecanlıdır. Sık sık ‘Bizim abdallar, Kırşehirliler geldi mi?’ diye görevlilere sorar durur. Hatta gidip sahnenin kenarından gizlice seyircilere bakar. ‘Bizimkiler yoklar. Onlar mutlaka gelmişlerdir de paraları olmadığından içeri girememişlerdir. Onları bulup getirin.’ der. Gerçekten de hemşerileri, yolun karşısındaki çimenlerde oturmakta ve ‘En azından sesini duyalım’ diye beklemektedirler. Konserde oturacak yer kalmadığından, onun çok sevdiği hemşerilerine ancak merdivenlerde yer bulabilirler. Neşet Baba’ya ‘Sizinkiler geldiler, yerlerine oturttuk’ diye haber verildikten sonra, o da muhteşem konserine başlar. Böylece büyük ustanın, kendi ülkesindeki ikinci doğuşu gerçekleşir. Kendisi çocukluğunda ilkokula bile gidemediğinden, eğitime çok önem vermektedir. Bu yüzden olsa gerek üç çocuğunu da Almanya’da üniversitede okutmuştur. Artık onların eğitimleri de bittiğine göre,  konserler sonrasında yeniden ülkesine geri döner.
Ona, devlet sanatçılığı payesi verilmek istendiğinde ‘Ben halkın sanatçısıyım’ diyerek kabul etmemiş. Yaşamı ve sanatı doktora çalışmalarına konu olmuş. İstanbul Teknik Üniversitesi Devlet Konservatuvarı tarafından, 2011’de fahri doktora unvanı verilmiş. Almanya’da yıllarca saz öğretmenliği yapmış, hakkında belgeseller yapılmış, kitaplar yazılmış, araştırmalara konu olmuş. Eserleri, arkasından gelen pek çok sanatçı tarafından, en önemlisi de halkımız tarafından her zaman ve her yerde söylenilir olmuş. Abdallık kültürünün son efsanesi olarak bilinen Neşet Ertaş, hayatta olduğu dönemde “Unesco Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi” kapsamında Kültür ve Turizm Bakanlığınca “Yaşayan İnsan Hazinesi” ilan edilmiş. ‘Bozkırın Tezenesi’, arkasında pek çok eser bırakmış olan bu büyük ustayı, 2012’de kaybettik. Nurlar içinde yatasın Neşet Baba.                                    
İşte onun içindir ki Neşet Ertaş ve Santana gibi sanatçılara, virtüöz, muhteşem, büyük star demeden önce “Adam” diyorlar. Öğretmen, doktor, mühendis, avukat, iş adamı ve şöhret olunabilir. Ancak, gerçek sanatçı olmak öyle herkesin her istediğinde olabileceği bir iş değil. Yürek ister, mertlik ister, mütevazılık ister, bilgi ister, görgü ister, ister de ister…
Prof. Dr. Haldun GÜNER
Sevgiyle kalın....

Gençlerin Analizi

Bir arkadaşım WhatsApp dan göndermiş mutlaka paylaşmam gerektiğini düşündüm. Gençlik haksız değil ve acı gerçekleri yüzümüze haykıran gençlik mi geliyor ne? Dünyayı, ülkesini, yönetimi, koşulları sorgulayan, gözlemleyen, talep eden, düşünen gençliğin pek de çok olmadığını düşünen ben.. (pek umudum yoktu da...İnşallah utanacağım) Şimdi yazıyı paylaşayım.


Ben 21 yaşında bir üniversite öğrencisiyim.

Yazılarınızda sık sık “Gençlik nereye gidiyor?” türünden yakınmalarınız oluyor?

 Gençlik derken herhâlde lise ve üniversite öğrencilerini kastediyorsunuz. Bu durumda ben de nereye gittiğini çok merak ettiğiniz o grubun bir üyesiyim.

Madem bu ülkede yaşayan insanları gençler ve yetişkinler olarak ikiye ayırdınız, ben de siz yetişkinlere bazı sorular sormak istiyorum.

Bir köşe yazarı olarak gençlerin nereye gittiğinden çok, yetişkinlerin nerede durduğuyla ilgilenmeniz gerekmiyor mu?

Ülkenin başını belaya sokan olayların başaktörleri genelde gençler mi, yoksa yetişkinler mi?

Bu ülkede yüz binlerce öğrenci tek bir soru fazla yapabilmek için dirsek çürütürken, birileri sınav sorularını ve sorularla birlikte gençlerin hayallerini çaldı ve geleceğimizi çürüttü. Bu soruları çalanlar lise öğrencileri miydi?
15 Temmuz’u planlayanlar kaçıncı sınıfa gidiyordu?

Milletin yüzüne baka baka yalan söyleyen siyasetçiler hangi üniversitede okuyor?
Sanatçı kimliğiyle her türlü ahlaksızlığı yapanlar ergen mi?

Din adamı sıfatıyla ekranlara çıkıp inancıma ve değerlerime küfredenler kaç yaşında?

Sinemada 7 yaş üstüne uygun olarak işaretlenmiş filmde bel üstüne çıkamayan yapımcılar kaç doğumlu?

Lütfen artık gençliğe laf söylemeyi bırakın da yetişkinlere bakın ve “Sizler bu ülkenin geleceğisiniz!” gibi klişe sloganlardan vazgeçin.
Çünkü sizler bu ülkenin bugünüsünüz. Siz yaşadığınız günü bile kurtaramazken, yarınları kurtarma işini niçin bize ihale ediyorsunuz?

Kimin elinin kimin cebinde belli olmadığı, çarpık ilişkilerle dolu dizilere reyting rekoru kırdıran sizlersiniz. Kan damlayan, şiddet kusan senaryoları siz yazdırıyorsunuz.

Evlilik gibi kutsal bir müesseseyi, evlilik programlarında virane bir gecekonduya dönüştüren yine sizsiniz.

Youtube fenomenlerini seyrediyoruz diye ağlaşıyorsunuz. Ama o fenomenlere film çektirip parayı götüren sizlersiniz.

Siz gece kulüplerinde kavga eden futbolcuları el üstünde tutarken, okul koridorlarında kavga eden öğrencileri disipline gönderemezsiniz.

Bir yandan her türlü rezilliği özgürlük olarak sunan, cinsiyetsiz bir toplum özlemiyle yanıp tutuşan yazarların kitaplarını okurken, bir yandan ailenin öneminden bahsedemezsiniz.

Yetişkinler para hırsıyla sürekli inşaat yaparak şehri betona boğarken, gençlerden geleceği inşa etmelerini bekleyemezsiniz.

Alttan bir sürü dersiniz var, bize üst perdeden ahlak dersi veriyorsunuz!

Size bir şey söyleyeyim mi?

Yeni nesil pırıl pırıl.
Hiçbir sıkıntı yok.
 Asıl sıkıntı, yeni nesle eski nesilleri unutturan yetişkinlerde.

Son iki yılda kaç tane  film çekilmiş ve geçmişimizi anlatıyor.

Kitapçıların çok satanlar rafındaki kitaplardan kaç tanesi gençlere ecdadını sevdirmek için yazılmış acaba?

Siz dedelerinizin emanetine sahip çıksaydınız, biz de yarınları emanet olarak kabul ederdik belki.
Ama şu durumda hiç emanet alacak durumumuz yok!
Kusura bakmayın!
Geçmişini unutturduğunuz bir nesle, gelecekten ödev veremezsiniz!

Bu yüzden aranızda, “Yeni nesil şöyle, yeni nesil böyle!” diye konuşup durmayı bırakın!

“Senin yaşında Fatih İstanbul’u fethetmişti!” diyerek demagoji de yapmayın!
 Evet,
21 yaşındayım.
Ama Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaşta değilim.
Çünkü benim babam II. Murad değil,
hocam da Akşemseddin değil.

https://m.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/salih-uyan/608599.aspx

Sevgiyle kalın..

8 Haziran 2019 Cumartesi

Zeytinyağlı Üzüm Yaprağı Dolması

Slm,

Bu yemeği göz kararı yapıyorum. O nedenle ölçüler tahmini, siz damak lezzetinize göre ayarlayın.

Malzemeler: 

Üzüm yaprağı
1,5  su bardağı pirinç
1/2 su bardağı yeşil mercimek
Bol bol soğan (4-5 orta boy)
2 diş sarmsak
1/2 demet maydanoz
Domates salçası
Sumak veya sumak ekşisi (sumak veya adını bilmediğim resimde görülen erikten 5-6 adet)
Zeytinyağı (bol)
  
Yapılışı: Yaprağınız taze ise  haşlayın.
Yukarıdaki iç malzemeleri hazırlayın, ekşi için erik kullanacaksanız 3-4  adeti küçük küçük doğrayıp harca ekleyin artanı üstüne ekleyin. İç harcı kavurmadan da yapıyorum ancak kavurunca daha güzel oluyor sanki. Suyunu göz kararı üstünü geçecek şekilde ayarlıyorum. Kalan erikleri üzerine koyuyorum. Pişmeye yakın üzerine biraz zeytinyağ daha gezdiriyorum. Bir de toprak güveç kullanıyorum bir de dolmanın üzerine ağırlık koyuyorum.  












Afiyet olsun

5 Haziran 2019 Çarşamba

Helva (hazır kavrulmuş undan)

Slm,

müthiş bir kolaylık, lezzeti de tıpatıp taze kavrulmuşun aynısı. Canım Esma Ablam sağ olsun, ondan öğrendim. Acayip pratik. Un helvasını seviyor ama kavurmaya zamanınız yok ise her zaman elinizin altında olsun.

Malzemeler:

1,5 su bardağı helvalık kavrulmuş un
1/2 su bardağından az fazla sıvıyağ
3 yemek kaşığı tuzsuz tereyağ
1 çimdik tuz

Şerbeti için:

1 su bardağı şeker (1,5 şekerli seviyorsanız)
2 su bardağı süt

Yapılışı: Süt+şekeri karıştırıp bir taşım kaynatıp ocağı kapattım. Sonra bir tencereye sıvıyağ+tereyağı ekleyip erittim ve un+tuzu ekleyip kısık ateşte 5 dk civarı kavurdum. Karışım sıcak  iken şerbeti yavaş yavaş karıştırarak ekledim (şerbet soğuğa yakın idi), bu arada ocak en küçük gözde kısık ateşte idi. Sütü tamamen çekince bir kaba alıp şekil vermeye çalıştım. Afiyet olsun.








Sevgiyle kalın...

Boğa - matador



Sevgi ve merhametli kalin...

Zenginler fakirlere Tanrı'dan başka birşey bırakmadılar Nietzsche

İstanbul düşerken Bizans meleklerin cinsiyetini tartışıyordu.

28 Mayıs 2019 Salı

Ahlakın kaynağı din değil bilinçtir Farabi

Bir Levent Gültekin yazısı....

Müslümanlık azalıyor ama İslami ülkeler yükseliyor? Nasıl oluyor?

.......
Ekonomi, eğitim, adalet, tarım, bilim, sanat, ahlak, insanlık, vicdan… Ülke her alanda ciddi tahribatla karşı karşıya.
Bu tablo dindar-muhafazakar çevrelerde derin bir sorgulamaya neden oldu.
Gelinen durumla ilgili sorgulama sadece İslamcı yazarlar ve kimi siyasetçiler arasında değil, toplumda da yapılıyor.
İnancın insana ahlak kazandırdığı, dini terbiye almış insanların daha adil, daha vicdanlı, daha dürüst olduğu anlayışına yönelik bir tartışma bu.
Geçtiğimiz günlerde Ertuğrul Özkök’ün köşesinde bu sorgulamanın doğurduğu sonuçları gösteren enteresan bir bilgiyle karşılaştım.
Ertuğrul Özkök köşesinde Optimar araştırma şirketinin 7-14 Mayıs tarihleri arasında yaptığı araştırmanın sonuçlarını yayınladı.
Bu araştırma sonuçlarına göre Türkiye’de kendini Müslüman olarak tanımlayanların oranı yüzde 89.5.
Bu oranı dikkat çekici kılan ise şu: Aynı şirketin 2 yıl önce yaptığı bir araştırmada bu oran yaklaşık yüzde 96 civarındaymış.
Yani 2 yıl içerisinde toplumun bir kesiminde dine karşı ciddi mesafe oluşmuş.
Peki niçin?
Neden insanlar inancını sorgular hale geldi?
Bu soruyu “Dindar siyasetçiler yanlış yaptılar o yüzden insanlar tepkilerini dine yönelttiler” gibi yüzeysel cevaplar vererek geçiştiremeyiz.
Bu tür yüzeysel analizler, yakınmalar, sızlanmalar meselenin esas boyutunu gözden kaçırmamıza neden oluyor.
Ülkede tahribata neden olan esas şey birkaç kişinin veyahut bir partinin yanlış politikaları değil.
Esas sorun dini dindarlığı hayatın odağı gören, yapmaya çalışan anlayış.
Ne demek istiyorum?
Anlatayım.
Dinin insana ahlak verdiği, dini terbiye almış insanların daha dürüst, daha vicdanlı, daha adil olduklarına dair bir anlayış vardı.
Din referans alınarak birçok sorunun çözülebileceğine, toplumsal yaşam kurarken en doğru yolu bize dinin göstereceğine, bunu da en iyi dindar insanların yapabileceğine dair bir anlayıştı o.
Son yaşadığımız süreç bize bu anlayışın doğru bir yaklaşım olmadığını gösterdi.
Dindar insanların ahlaki hassasiyetlerinin zayıflığı daha doğrusu dindar olmayanlardan farklarının olmaması, adalet, vicdan, insanlık gibi değerlerle alakalı zayıflıkları, din referans alınarak yaşam kurma çabalarının sonuçsuz kalması hatta hayatı daha da çekilmez hale getirmesi insanların dini, din anlayışını sorgulamasına, “Din insanı daha ahlaklı, daha dürüst yapmıyorsa o zaman niçin var” sorusunun oluşmasına neden oldu.
Yukarıda da dediğim gibi sorun kişiler ya da partiler meselesi değil.
Çünkü yaşanan sorun sadece bir ülkede, bir grupta, bir partide görülen bir şey değil, neredeyse bütün Müslüman ülkeler benzer durumda.
Onlarca Müslüman ülke arasında tek bir ülke yok ki işleri yoluna koymuş, sağlıklı yaşam kurmuş, adaleti tesis etmiş, refahını yükseltmiş, toplumsal barışını sağlamış olsun.
Hal buyken Türkiye’de yaşanan tıkanıklığı kimi siyasetçilerin yanlış politikalarına bağlamak sorunun esas kaynağını görmezden gelmektir.
Sorunun esas kaynağına geçmeden önce sizinle başka bir bilgi paylaşmak istiyorum.
Esasında paylaşacağım bu bilgi ülkede yaşanan tahribatın, din ve dindarlıkla alakalı sorunun kaynağını da görmemizi sağlıyor.
ABD’deki İslamilik Vakfı tarafından her yıl, hangi ülkenin İslam’a daha uygun olduğunu gösteren bir endeks yayınlanıyor.
Geçtiğimiz günlerde açıklanan endekse göre ilk 45 ülke arasında tek bir Müslüman ülke yok.
Türkiye ise 153 ülke arasında 95’inci sırada.
Listenin başında Yeni Zelanda ve İsveç gibi farklı dine mensup insanların yaşadığı ülkeler var.
Bir yaşam kurarken her hangi bir dini referans almamış yani tam da referans almadığı için adaleti tesis edebilmiş, toplumsal barışı sağlamış, ekonomik refahı yakalamış, insan haklarını tesis edebilmiş ülkelere ‘İslam’a en uygun’ ülke demek hakikaten çok tuhaf.
Tuhaf çünkü bu ülkeler Müslüman oldukları için ya da bir dini referans aldıkları için değil tam tersine toplumsal yaşamı kurarken Müslümanlığı ya da bir başka dini norm olarak almadıkları için başarı göstermişler.
Listenin başındaki Yeni Zelanda Müslüman olsaydı ve inancı referans alarak yaşam kurmaya çalışsaydı muhtemelen listedeki yeri farklı olurdu.
“Niçin böyle olurdu” sorusunu sormadan sağlıklı bir sonuca ulaşamayız.
Hal buyken bu ülkelere bakıp “Esasında İslami değerler çok güzel ama biz uygulayamıyoruz” demek kendimizi kandırmaktan başka bir şey değil.
Yani dürüstlük, eşitlik, adalet, saygınlık, nezaket, ahlak gibi evrensel değerlerin din kaynaklı olduğunu zannetmek.
Böyle zannedildiği için yüzlerce yıldır inanca dayalı bir yaşam kurulmaya çalışılıyor ama sağlıklı bir netice alınamıyor.
Bu nedenle de insanlar inancını sorgulamaya başladılar.
Çünkü binlerce yıl önceki yoruma dayalı bir din anlayışı günümüz ihtiyaçlarına cevap vermiyor.
Mesela yaşamı değil, ölümü yücelten, bu dünyanın değil, ahiretin daha önemli olduğunu vazeden, insanları inanan ve inanmayan dahası ‘benim gibi’ inanan, inanmayan diye ayıran, bilimle, sanatla, teknolojiyle sağlıklı bir ilişki kuramayan, dahası bu alanlarda yapılan yeniliklere ‘inanca aykırı’ gerekçesiyle karşı çıkan, bu çağda 8 yaşındaki kız çocuklarının evlenip evlenmeyeceği gibi tuhaflığı tartışma konusu yapan, ritüelleri esasın önüne koyan din anlayışı sorunun esas kaynağı.
Bu anlayışa göre insan yetiştirmek, bu anlayışa göre toplum, ülke kurmaya çalışmak, bu anlayışla eğitimi, sağlığı, ekonomiyi, toplumsal barışı sağlıklı aşamaya getireceğini sanmak, yüzlerce yıldır bunca yaşanana rağmen iyi insan olmak için dinin vazgeçilmez bir değer olduğunu sanan anlayışı sürdürmek…
Bütün bunların neden olduğu tıkanıklık ve o tıkanıklığın yarattığı ağır tablo ile karşı karşıyayız.
Müslümanlığımızla dahası dine yüklediğimiz abartılı misyonla hesaplaşmadan, toplumsal ilişkilerin dinle sağlanamayacağı gerçeğini kabul etmeden, din referans alınarak yaşanabilir, sağlıklı ülke olunamıyor gerçeğini görmeden hiçbir yere varamayız.
Peki ne öneriyorum? Müslümanlığı bütünü ile terk mi edelim?
Bunu hiç kimsenin başkasına söyleme hakkının olmadığını düşünüyorum.
İnanç kişisel yoruma dayalı bireysel tercihtir.
Yapmamız gereken: Din penceresinden dünyaya bakma ve dini toplumsal hayatın odağı yapma çabasından vazgeçmeliyiz.
Dinin, dindarlığın insana ahlaklı olmayı vazettiğini ama ahlak vermediği gerçeğini kabul etmeliyiz.
Müslüman bilgin, felsefeci Farabi bin yıl önce söylemiş: Ahlakın kaynağı din değil bilinçtir.
Evrensel değerlerle yaşam kurma bilincine ulaşmanın yollarını aramalıyız.
Dinin bu bilinci sağlamadığı gerçeğini artık kabul etmeliyiz.
Yeni Zelanda gibi ülkeleri yaşanabilir yapan şey din değil bu bilinçtir.
Bu nedenle dürüstlük, adalet, eşitlik, insana saygı, çalışkanlık, işinin ehli olmak gibi değerlerin kaynağının din olmadığı gerçeğini görmeliyiz.
İyi insan olmak için dindar olmak gerekmediği gerçeğini kabul edip inanan, inanmayan ayrımının anlamlı bir şey olmadığı gerçeğini kabul etmeliyiz.
Aksi takdirde yüzlerce yıl olduğu gibi havanda su dövmeye devam edeceğiz.
Sevgiyle kalın...

21 Mayıs 2019 Salı

İslami Ülkeler Ne Kadar İslami: George Washington Üniversitesi Araştırması



           İslamilik Endeksi
           ABD George Washington Üniversitesi’nin gerçekleştirdiği “İslam Ülkeleri Ne Kadar İslami” başlıklı araştırma kapsamında yayınlanan İslamilik Endeksi sıralamasının ilk 40 sırasında hiçbir Müslüman ülke yer almadı. 
          Çalışmada, Kuran’daki ilgili ayetler ve Muhammed Peygamber’in yaşamı, uygulamaları ve sözleri İslami öğretilere bağlılığın referansı olarak kabul ediliyor. Çeşitli göstergelerin kullanıldığı ekonomi, hukuk ve yönetişim, insan hakları ve siyasi haklar ve uluslararası ilişkiler olmak üzere dört alt daldan oluşan İslamilik Endeksi’nde ülkelerin bu başlıklarda İslami kriterlerle ne kadar uyumlu olduğu kıyaslanıyor ve ne kadar “İslami” yaşandığı sorusunun yanıtı aranıyor. 153 ülkenin yer aldığı listenin ilk sırasında,

1-    Yeni Zelanda
2-     İsveç,
3-    Hollanda,
4-    İzlanda,
5-    İsviçre
6-    İrlanda
7-    Danimarka
8-    Kanada
9-    Avustralya
10- Norveç   
11- Luksemburg
12- Almanya
13- Finlandiya
14- Avusturya
15- Japonya
.....
36- Kıbrıs
…..
39- İsrail
......
43- Bulgaristan
......
45- Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) listedeki ilk müslüman ülke
46- Arnavutluk 
47- Malezya
48- Katar
49- Jamaika
…..
55- Yunanistan
.....
58- Fiji
59- Arjantin
60- Bosna Hersek
73- Ermenistan
....
79- Moldova
...
85- Suudi Arabistan
86- Tunus
...
89- Çin
90- Belarus
91- Papua Yeni Gine
92- Ekvator
......
95- Türkiye
..
125- İran
138- Irak
140- Pakistan
146- Afganistan
147- Libya
152- Sudan
153- Yemen

İslamilik Endeksi ekonomi, hukuk ve yönetişim, insan hakları ve siyasi haklar ve uluslararası ilişkiler 4 farklı endeksin bileşiminden oluşuyor. Türkiye’nin İslamilikte en güçlü olduğu alan ekonomi. Ekonomi endeksinde 70. sıradayken, en zayıf olduğu uluslararası ilişkilerde 153 ülke arasında 148 sırada. İnsan hakları ve siyasi haklar sıralamasında da Türkiye listede 100. sırada bulunuyor. 2018 İslamilik Endeksi listesinde Türkiye bir önceki yıla göre 14 sıra birden düşerek 153 ülke arasından 95'inciliğe geriledi.
http://islamicity-index.org/wp/latest-indices-2018/

“Batıya gittim ve İslam'ı gördüm, ama Müslüman olmadı; 
Doğu'ya geri döndüm ve Müslümanları gördüm, ancak İslam'ı görmedim. ” 
(Muhammed Abduh)
   
      Sevgiyle kalın...

19 Mayıs 2019 Pazar

Menevcen (Diken Ucu) Pirinçlisi

Slm,

Mevsimlerden ilkbahar, dikenin ucunda görünce dayanamadım az da olsa topladım. Bizim oralarda menevcen derler. Gördüğünüz yerde taze diken ucunu toplayın sakın ziyan etmeyin. Sinop'tan topladım ve orada bilmiyorlar menevceni. Bizde kavurması, kızartması olduğunu bilirdim meğer pirinçlisi de oluyormuş. Malzeme az talep fazla olunca pirinçlide (pirişli derler bizde) karar kıldım. İlk defa yaptım acemilik ölçüye yansıdı ama gayet lezzetli oldu. Hatta paylaşımda devreye girmek gerekti... 
Malzemeler
Diken ucu (menevcen) resimde görüldüğü kadar
Yarım su bardağı pirinç
Soğan
Tereyağ
Zeytinyağ
Tuz

Yapılışı: Menevcenleri güzel ve dikkatlice temizledim. Karıncalar bu taze filizi pek seviyor özellikle ona dikkat ettim. İnce ince doğradım ve bol sıcak suda filizin sap kısmı hafif ezilene dek haşladıktan sonra süzdüm. Bu arada ikinci bir tencerede ayrı bir sıcak suyum hazırdı ve süzdüğüm menevcenleri tekrar bu sıcak suyun içine koydum ve  pirinci + tuzu ekledim, pirinç pişince süzdüm. (menevceni iki ayrı sıcak suda pişirdim acısı ilk haşlamada çıkmış oldu).  Menevcenler haşlanınca rengi soluklaşıp değişiyor resimdeki gibi oluyor.
Ayrı bir tencerede soğanları küp küp doğrayıp tereyağ ve zeytinyağla karamelize ettim ve süzdüğüm menevcenleri ekleyip iyice kavurdum. Sıcak tüketiniz. Afiyet olsun
Not: Benim menevcen az olduğu için bol sıcak suda tek tencerede haşladım. 









Sevgiyle kalın...

24 Mart 2019 Pazar

Islak Kek (Çiğdem'den)

Slm,

bu enfes keki Çiğdem yaptığında hemen tarifini istedim. Tarif anlatım akışına göre kim yapsa hemencecik o kıvam ve lezzette olacak hissi veriyordu (en azından bana öyle gelmişti). Tabi ki hemen denedim. Sonuç hüsran oldu, kısmen ıslak kısmen kuru kek oldu.  İkinci deneme gene yok, üçüncü denedim gene yok. Tepsim küçüktü kek kalın oldu vs vs. En son başardım, zor oldu ama olsun. Tekrar yaptım ama kaçıncı deneme unuttum. Meğer bu kek yaparken Çiğdem in sesini duymak istiyormuş. Bir gün önceden yapılması gerek, kesinlikle lezzet fark ediyor. İçine fındık, ceviz vb de konulabilir ve güzel de olur. Mutlaka deneyin harika bir kek...

Malzemeler:

Sos:

1,5 su bardağı süt
1/2 çay bardağına yakın sıvıyağ
4 çorba kaşığı şeker (isteğe göre şekeri birazcık azaltabilirsiniz)
2 çorba kaşığı kakao (dolu dolu değil)
Hepsini karıştır ve ocağa al tam kaynamadan (kaynamak üzere iken) ocağı kapat (kaynamasın). Bir köşeye al keki hazırla.

Kek: (kek kalınlığı 2 cm gibi olacak fazla kalın olursa kuru kalır)

4 yumurta
1 su bardağı şeker uzuuuuun uzuuuuun çırp, çırp, çırp.İyice köpürecek. En az 5 dk.
1 su bardağından 1 parmak gibi eksik sıvıyağ.
1 su bardağı süt iyice çırpılan harca sıvıyağ ve sütü ekle ve çırp (bu aşamada dakikalarca çırpana gerek yok) Bu aşamadan sonra mikser kullanma, mikseri bir kenara bıraktık.
1 su bardağı un
2 yemek kaşığı kakao
2 paket kabartma tozu
1 paket vanilya 
Kakao+kabarta tozu+un+vanilya ele ve yukarıdaki karışıma kaşıkla yavaş yavaş aynı yöne alttan yukarı doğru karıştır. Köpürüp iyice kabaran harç sönmesin diye.Yayvan bir kaba tepsi, borcamda 165-170 derecede 30 dk gibi (pişince güzel koku yayılıyor etrafa) pişir ve fırından çıkar, (pişip pişmediğini kontrol et) yaklaşık 1,1,5 dk sonra pişen keke kürdan batır (sosu iyice çekmesi için) ve kes (kesmeyi unutma). Sonra üzerine sosu dök ve üzerini kapat. Keki fırından çıkarıp kürdan kesme vs işlemleri esnasında kek biraz soğuyacak haliyle sosu kek çok sıcakken koyma, kek azıcık dinlensin 3-5 dk gibi. sosu her tarafına döküp sıcaklığı gidince buzdolabına al. 1 gün sonra afiyetle yenebilir. 




Gayet sulu bir hamurumuz olacak















sevgiyle kalın...