Sayfalar

26 Haziran 2014 Perşembe

Okunası yazılar...

Son zamanlarda bir lise mezuniyet balosunda bulundunuz mu hiç? Gitseniz, gördüğünüz ağır makyajlı, cesur dekolteli, yüksek topuklu, cep telefonlu kızların 16 - 17 yaşında olduğuna inanabilir miydiniz acaba?
Levent'te bir estetik kliniğinde görevli bir uzmanla görüştüm. Dinlediklerime inanamadım:
"14 - 15 yaşında kızlar, ana babalarından habersiz gelip kaşlarını kaldırmak, fazla yağlarını aldırmak, selülit tedavisi yaptırmak istiyor"muş.
Geçenlerde bir kız elinde Angelina Jolie'nin fotoğrafıyla gelmiş ve "Bununki gibi dudak istiyorum" demiş.
18'lik bir lolita da göğüslerini büyütmesi için yalvarmış.
"En büyük istekleri" neymiş biliyor musunuz?
Zara'nın ya da Diesel'in 34 bedenine sığmak...
Bunun için yarışıyorlarmış:
"Çünkü televizyonda gördükleri mankenler 34 beden giyiyor. Onu giyebilmek için 44 kilo kalmaları lazım. Bunun için resmen aç geziyorlar. Gün boyu yedikleri, bir kase yoğurt, iki tas salata, sigara, kahve ve kola... 500 kaloriyle yaşamaya çalışıyorlar. O yüzden vücutlarında demir, sodyum eksikliği var. Yanlış beslendikleri için vücutları hızla deforme oluyor, müdahale için de bize geliyorlar."
Uzman, bunun son 3 yılda gözlenen bir "patlama" olduğunu söylüyor:
"Ben de anneyim, 18'lik 'lipolu' (yağ aldırmış) kızları görünce dehşete kapılıyorum. Biriktirdiği 300 - 500 milyonla gelip 'Dudağımızı şişir' diyenleri 'Bırakın dudağınızı da gidin kafanızı şişirin' diye geri yolluyorum."
* * *
Genelde üst gelir grubundan hastaları bulunan bir jinekoloğun gözlemleri daha da çarpıcı:
"Genç nüfusta müthiş bir uyanma var" diyor. 17 - 18 yaşlarında lise öğrencilerinin kürtaj için başvurduğunu söylüyor ve bazı gözlemlerini aktarıyor:
Batı'da ergenlik yaşı 16 - 17'den 11 - 12'ye geriledi.
Amerika'da 10 yaşa kadar düştü.
Genç kızlar annelerinden çok daha erken adet görüyor artık...
Bunun, iklimden beslenmeye kadar pek çok nedeni olabilir ama en önemli nedenlerinden biri "psiko - seksüel uyarımın artması"...
Yani, okulda, çevrede ve özellikle de medyada cinsel teşhirin yaygınlaşması... Baştan çıkarıcı klipler, uyarıcı filmler, cinsellik yüklü diziler, çıplaklığa çağıran reklamlar, beyinde ergenliği erken uyandırıyor, cinselliğin keşfini hızlandırıyor.
Özellikle varlıklı kesimden gençler, lise çağında, özentiyle büyük ve seksi görünme derdine düşüyor. Karşı cinsi de sadece bir seks nesnesi olarak görüyor.
Anneleri mi? Onlar da kızlarının ponponlu çorapları ve lastik ayakkabılarıyla genç görünme çabasında...
Küçükler büyük, büyükler küçük görünmek için yarışıyor adeta...
* * *
Kimseyi suçlamayalım; bu tablo bizim eserimiz:
İyi bir kalça sahibi olmanın, iyi bir kafa sahibi olmaktan daha fazla prim yaptığı bir ülkeden ne bekliyordunuz ki? Kafasını çalıştıranların kafasını koparırken, kalçasını çalıştıranları baş tacı eden bir toplumda nasıl çocuklara "Göğsünü değil, kütüphaneni büyüt" öğüdü verebiliriz ki?
Yasak çare değil...
Beyin faaliyetine itibar kazandırmaya ve öncelikler konusunda topyekün bir hesaplaşmaya ihtiyacımız var.


Can DÜNDAR

Nedensiz kavga.....


Hiçbirimiz kötü değiliz... Hiçbirimiz masum da değiliz... Her birimiz ne isek, oyuz. Kusursuz da değiliz, hatalı kod da değiliz... Hangimiz doğru, hangimiz yanlış, hangimiz günahkar, hangimiz namusluyuz? Sen mi karar vereceksin? Ben mi bileceğim. Sen ‘ne’ isen ben de ‘o’yum.
Koskocaman profesör, karısının yüzünü dayaktan tanınmaz hale getiriyor. 
Tinerci Adem, enkazdan çocuk kurtarıyor. 
 Din adamı zimmetine para geçiriyor, 
hayat kadını böbreğini bağışlıyor. 
Neye göre iyi, neye göre kötü..
Hepimiz önce insanız. 
Kusursuz değilim. 
Olamam da. 
Her birimizin eksikleri, artıları, güzellikleri, çirkinlikleri, iyiliği, kötülüğü var. 
Bazılarımızın derisi siyah, bazılarımızın beyaz. 
Bazılarımız camide, bazılarımız kilisede, bazılarımız Sinagog’da dua ediyoruz.  
Neye inanıyorsak oradayız, neyi seçiyorsak yaşıyoruz. 
Ne doğduğum yeri seçebildim, ne de ailemi... 
Sen gibi geldim ben de, ben gibi gideceksin sen de...
Neyin kavgasındayız o zaman? Neyimi beğenmiyorsun, neyimi eleştirip duruyorsun. Yoksa kendi gözündeki çapağı görmeden, karşındakinin gözündeki çapağa mı laf ediyorsun?  Aynı yastığa baş koyan karı koca bile suçlayıp duruyor birbirini.
Hangi devlet daha az aç gözlü ya da  hangi millet daha iyi, hangisi daha kötü? Her insanın içinde siyah ve beyazın olduğu gibi, her topluluğun her milletin içinde de siyah ve beyaz yan yana. Siyaha mı bakacağız,  beyaza mı? Seninle göz göze geldiğimizde eksilerimize mi bakacağız, artılarımıza mı?
İnsanlara güvenmek istemiyorsan her insanda bulacaksın güvenilmez olanı. Kusur görmek istiyorsan hayatına giren her insanda bulacaksın kusurları. Bunları sende görmek isteyen her insanın da bulacağı gibi.
Kimse, hiçbir şey  tek başına iyi, kötü, güzel, çirkin değil. Düalite yok. Düailte bir yanılsama.  Her şey bir ve tek ise, parçalara ayırmanın da bir manası yok. Kendimizle olan kavgamız, dışarıdaki kavgayı yaratıyor. Kendimizden uzaklaştıkça, kendimizden vazgeçtikçe çevremizdekilerden başlayarak sorunun kaynağına dönüştüğümüzü farkedemiyoruz. Olduğumuzdan uzaklaşıp olduğumuzu sandığımız kişiyi oynadıkça mutsuzluğun ateşini besliyor, nedensiz kavgayı başlatıyoruz.
……………. 

                                                                                                 Aret VARTANYAN

20 Haziran 2014 Cuma

Adıyaman (GAP gezi notları 2)

Slm,

Bu güzel memleket tüm cm2 si ile  (yazı-kışı ,  taşı-toprağı, kültürü-değerleri, tarihi yaşanmışlıkları, doğası, her şeyi  ile) dünyanın en büyük "kapalı-açık müze devleti" olmayı hak ediyor.

Anladım ki İstanbul'da oturup doğuyu anlamak imkansız, okudum, izledim, dinledim de deseniz bizzat gezip görmek bambaşka. Şaşkınlığımız Adıyaman'la başladı il il devamı geldi. 
Bu topraklar çok kıymetli ve değerli bunu bilmek lazım ama sadece bilmekle kalmasın devamını da getirelim. Keşke her akşam haberlerde can sıkan, keyif kaçıran gelişmeleri izlemek, simaları görmek yerine sadece 5 dk Türkiye'de güzel şeyler de oluyor diye doğu-batı, kuzey-güney bir bütün olduğumuzu illerin güzelliklerini yansıtarak anlatabilsek. Dizilerimiz Anadolu'yu yansıtsa...... Kral Antiokhos'un bir filmi çekilse mesela...



Tümülüslere çıkarken arabadan çekilen üstte.
Kommagene Kralı II. Mithradates tarafından annesi İsas adına yaptırılan anıt mezar, sütun üzerindeki kartaldan dolayı Karakuş Tümülüsü olarak anılmaktadır. Kartal gökteki gücü temsil etmektedir.




                                    
Nemrut'taki sütunlardan biri olan aslan ise yeryüzündeki gücü temsil etmektedir.
                                     


Mithradates ve güneş tanrısı Apollo tokalaşırken.


Cendere Köprüsü: 
Dünyanın halen kullanılmakta olan en eski köprülerindendir..
Roma İmparatoru Septimius Severus (193-211), karısı ve oğulları adına yaptırılmıştır. Orijinalinde 4 korint sütun bulunduğu, kendisi, eşi ve iki oğullarına adandığı biliniyor. Ancak oğullardan Geta’ya ait olan sütun, onu öldüren ve kardeşine ait her şeyi yok etmek isteyen Caracalla adlı kardeş tarafından yıktırılmış (ikinci fotoğrafta görüldüğü gibi).

                                      


Cendere köprüsünde yürürken...........



                                       


                                         
Nemrut'a çıkıyoruz.

 Arsemia, Kommagene Krallığı'nın yazlık başkenti.


 Arsemia ören yerinde, Apollon ve Arsemia tokalaşırken... ve mağara girişi.

Bence Arsemia'yı görmeyenler bayağı fazla, heykele bakın hele, aklıma bi sürü şey geldi.....yazamıyorum gerisini..  başıma iş almaktan korkuyorum.
Kötü meleklerim sorularını sordular yine.
Sonradan mı edep, namus sadece uşkurla eşleşti?
Yalan, iftira, kul hakkı, çalmak-çırpmak, dedikodu ............ namussuzluk kapsamında değil mi?
En kötüsü var mıdır bunun?

Harika manzaralar, gönülsüz, yorgun  ama mutlu iniyoruz.


 Kommagene çiğ köfte adının nereden geldiğini hiç merak ettiniz mi? Ben sizin için toparladım.
Kommagene Krallığı, Yunanca “genler topluluğu” anlamına gelir. Grek ve Pers Uygarlıklarının inanç, kültür ve geleneklerinin birleştiği antik çağda, Orta Anadolu'nun güneyinde hüküm sürmüş krallık.
Kommagene Krallığı Milattan Önce yaklaşık 162'de bağımsız bir devlet oldu. Samosata (Samsat) bu küçük krallığın başkentiydi. Toros Dağlarındaki çeşitli yolların birleştiği noktada bulunan antik Kommagene Krallığı, Suriye’nin kuzeyi, Hatay, Pınarbaşı, KuzeyToroslar ve doğuda Fırat Nehri’nin çevrelediği verimli topraklarda hüküm sürmüştür. Partlara karşı Romalıların gücünden ustaca yararlanan Kommagene kralı I. Antiokhos döneminde (MÖ y. 69- MÖ y. 34) krallığın gücü doruğuna ulaştı. Antiokhos adını yaşatmak için Nemrut Dağı'nın tepesine anıtsal heykellerle süslü görkemli bir mezar tepesi yaptırdı. Kommagene Krallığı MS 17'de Roma'nın egemenliğine girdi.
Nemrut Dağı:
1881 yılına kadar, bir kaç köylü haricinde kimse Nemrut Dağının zirvesindeki kalıntıları bilmiyordu. 1881 yılında Diyarbakır’da yol yapım işlerinde görevli mühendis Charles Sester bölgedeki ilk araştırmalarında Asurlar’dan kalma kalıntılar olduğunu sanmış ve bu araştırmalarını tüm dünyaya sunmuştur. Almanya’dan gelen bilim adamı Otto Puchstein ve Alman mühendis Charles Sester kazılarda bulunan Grekçe kitabeyi çözen Puchstein, kalıntıların Kommagene Uygarlığı’na ait olduğunu ve Kommagene Kralı 1. Antiochos’un tarafından yapıldığını keşfeder. Yazılan kitabede Nemrud Dağı’nın sırrı ve Antiochos’un yasaları yer almaktadır.

Kral I.Atiokhos tüm kültürleri birleştirmeyi hedefleyen bir kraldı, bu nedenle başka kültürlerin tanrılarını bir araya getirecek heykelleri yaptırdığı sanılmaktadır. Kazılarda çıkan yazıtlarda heykellerin hangi tanrılara ait oldukları yazmaktadır. Soldan sağa heykeller, kral I. Antiochos, Kommagene tanrıçası Fortuna Thyce, tanrı Zeus (Oromasdes), tanrı Apollo (Mithras-Helios-Hermes) ve Heracles (Artagnes-Ares-Herkül).


Nemrut'a çıkarken... Taşlıran arasında çiçeklerin yaşam mücadelesi..


Taht üzerinde oturur vaziyette bulunan heykellerin başları, yıllar önce meydana gelen doğa olayları ve başka uygarlıkların yıkımları sonucunda yıllarca toprak altında gömülü kalmış
















 Çiğdem batan güneşi tutmaya çalışırken.... Malesef  tutamadık ayrıca şansımıza güneşin batışını göremedik, hain bir bulut engelledi ama  her şey çok güzeldi.

  Nemrut'tan iniyoruz..



                                    
Adıyaman'dan dövmeç kebabı yemeden dönmeyin ve fıstık henüz dalında ve olgunlaşmasına bayağı var..


Adıyaman Üniversitesi'nin girişi Cendere Köprüsü.. arabadan bu kadar oldu.
                                      
Adıyaman'ı yazmışken sevgili kardeşim İbrahim'e, gidip doya doya görmese de Birgül'e selam.....
Sevgiyle kalın..

13 Haziran 2014 Cuma

Antakya (ve azıcık Adana) GAP Gezi Notları 1

Slm,

Adana yolu üzerinde harika bir enstantane....

Adana'da sadece Sabancı Merkez Cami ve Taşköprü'yü ziyaret ettik inşallah bir gün tüm Adana'yı gezmek nasip olur.
Sabancı Merkez Camii, %50 halk, %50 Sabancı desteğiyle yapıldığı için camiye bu adı uygun görmüşler. Genel görünüm olarak Sultan Ahmet Cami'nden  iç mekan olarak Selimiye'den esinlenmiş. Türkiye ve Ortadoğu'nun en büyük camiisi, 20.000 kapasiteli.






Caminin içinden bir kaç kare.

Taşköprü'ye yürürken...
Taşköprü Roma döneminden kalmış ve halen kullanılabilen en eski köprü, Taşköprü Seyhan nehri üzerinde Sabancı Merkez Cami ile karşı karşıya  harika bir manzara ortaya çıkmış (resim çekmemişim)  ama Taşköprü'ye yürürken etrafın temiz ve bakımlı olduğunu söyleyemeyeceğim.

En güzel resim....  Antakya'dayız artık.
Farklılıklarımız zenginliğimizdir.
Sevdiğim dostlarım, çok değerli arkadaşlarım, dürüst, adam gibi adamlar, ben de varım bu resimde... Din, dil, ırk yok, "İNSAN" var bu resimde,  ben çok güzel şeyler görüyorum, ya siz... 
Bir zamanlar bu güzel ülkemizin çatısında hep birlikte huzurlu, mutlu yaşamışız. 
Harika Asi nehri şehri ikiye ayırıyor. Asi halkın çöplüğü olmuş adeta, hiç yakışmamış Antakya'ya bu görüntü, üzüldüm.


                                          
Kilise gayet bakımlı, özenli, tertemiz.


                                       
Kilisenin bahçesindeki greyfurt, limon, portakal ağaçları harika.



Habib-i Neccar Camii, Anadolu'da yapılan ilk camiidir. M.S. 40’lı yıllarda Hz İsa, havarilerinden Yunus (Yuhanna) ve Yahya’yı (Pavlus) Antakya’ya gönderir. Elçiler Habib-i Neccar ile karşılaşır.(neccar, marangoz demektir). Neccar'ın  yatalak oğlunun elçiler tarafından iyileştirilmesi üzerine İsa'nın getirdiği dine iman eder. Ancak Antakyalılar elçileri hoş karşılamaz ve onları hapse atarlar.  Elçilerin tüm çabalarına rağmen halk İsa'nın dinine inanmaz ve onları öldürmeyi planlar. Bunu öğrenen Habib-i Neccar, şehre giderek Antakyalılara "Sizden hiçbir ücret talep etmeden Hakk dinini anlatan bu elçilerin söylediklerine uyun" diye seslenir. İsa'nın elçileri de, Habib-i Neccar da işkence altında şehit olurlar. Bu olay Kur'an ’ın Yasin suresinde anlatılmaktadır. 636 yılında Antakya fethedilince yapılan camiiye Habib-i Neccar ismi verilmiş.
Hoşgörüye bakar mısınız Müslümanların ibadethanesine bir hristiyanın ismi bahşediliyor..


 
 


Antakya arkeoloji müzesi taşındığı için birçok eserleri göremedik, kem göz mozaiği de dahil. Müze açılınca dünyanın en büyük mozaik müzesi olma özelliğine sahip olacak (şu an 1. Gaziantep Zeugma müzesi) 


Sfenks, kafası koçkuş, veya insan, gövdesi ise uzanan bir aslan şeklini alan heykel. 
İlk önce Antik Mısır'da rastlanan Sfenks, antik Yunan mitolojisinde büyük kültürel önem taşımıştır 
Aslanlar güneş ile bağlantıları nedeniyle antik Mısırlılar tarafından kutsal hayvan sayılırlardı.

                                                



Muhteşem bir lahit, kapağı açılmış, yağmalanmış.

Kral, kölesi ve kralın sevgilisi.  Antik Yunan'da krallar sadece çocuk sahibi olmak istediğinde kadınlarla birlikte oluyormuş. Normal hayatlarında erkek sevgiliyeri (eş mi yazmalıydım bilemedim?) varmış, yukarıdaki mozaikte görüldüğü gibi.


Antakya ipek şal mağazası.  Henüz işlenmemiş kozalar, dut yaprağı yiyen kurtçuklar.

                                          

  Şelaleleri ile ünlü Daphne yani Defne.. 
Mitolojiye bayılırım.
Mitolojiye göre bir gün Apollon Thessalia'da kıyıları ağaçlarla gölgelenen Peneus ırmağı kenarında, güzel genç bir kız gördü. Bu güzelin adı Daphne idi ve Apollon görür görmez ona aşık olmuştu. Daphne ormanların derinliklerinde dolaşmaktan zevk alıyor, ay ışığında yabani hayvanları kovalamak avlamak en büyük eğlencesi idi. Yalnız başına dolaşmayı çok seviyordu. Dahası Daphne hayatı boyunca yalnız yaşamaya yemin etmişti. Erkeklerden nefret ediyordu bu yüzden evlenmeyi kesinlikle istemiyordu.

Fakat Apollon ona delicesine tutulmuş peşini bırakmıyordu. Ormanda karşılaştıklarında Tanrı Apollon güzeller güzeli bu kızla konuşmak istedi ancak Daphne ondan korkarak koşmaya başladı. Apollon ne dediyse onu durmaya ikna edememişti, Daphne korkmuştu bir kere. Yorgun düşene kadar koştu koştu, daha fazla koşacak gücü kalmadığında yere yıkıldı ve toprak anaya yalvarmaya başladı.

"Ey toprakana beni ört beni sakla, kurtar"

Toprak ana onun yakarışını duymuştu, az sonra Daphne yorgunluktan ağrıyan bacaklarının sertleştiğini, odunlaşmaya başladığını hissetti. Gri renginde bir kabuk göğsünü kapladı. Güzel kokulu saçları yapraklara dönüştü ve kolları dallar halinde uzandı, küçük ayakları ise kök olup toprağın derinliklerine doğru indi.
Apollon sevdiği kıza sarılmak isterken bu Defne ağacına çarpınca şaşırdı. O günden sonra Defne ağacı Apollonun en sevdiği ağaç oldu, ve defne yaprakları genç tanrının saçlarının çelengi oldu. 
O günden sonra kahramanlara ödül olarak defne yapraklarından yapılma taçlar taktılar. 

Kadınların kahramanlarının başında defne tacı olması dileklerimle...
                         




Ördek su içmeye çalışıyor.

Cinsini bilmediğim çam familyasından harika bir ağaç.








Uzunçarşı'da künefe ....
                                                   

                                          

Devamı gelecek..
Sevgiyle kalın...