Sayfalar

7 Ağustos 2015 Cuma

Cırıtta

Slm,

önce pankek yaptım tabi şeker fazla olunca  benim "yiğenler"in damak lezzetine hitap etmedi yani beğenmediler. Ben de eskiden büyüklerimizin yaptığı bizim oralarda  yapılan cırıtta geldi aklıma ve onu yaptım tabi birazcık değiştirdim. Cırtta daha ince yapılıyor ben ekmek niyetine de daha kalın yaptım ayrıca malzemelere de ekleme yaptım. Masanızda farklı bir lezzet,  denemeye değer.

Malzemeler:

1 su bardağı un (tepeleme)
1 su bardağı süt
1 yumurta
1 tatlı kaşığı tereyağ
1 çay kaşığı kabartma tozu
1 çay kaşığı tuz
1/2 çay kaşığı şeker
kızartmak için çok az tereyağ+sıvıyağ

Tüm malzemeyi güzelce yoğurun. Krepten daha koyu,  akışkan bir hamur elde ediyoruz. Tavaya az sıvıyağ+tereyağ ekleyin ve yağ ısınınca hamurdan bir kepçeden az ekleyin. Yağı tepsiye her hamurda eklemedim anlayacağınız kafama göre takıldım ikisi de iyi oldu. Hamur kızartırken yağ çekmiyor aşağıdaki resmi görmeniz için özellikle ekledim.
2. tercih: Hamura ve tavaya herhangi bir yağ eklemeden yapıp sıcakken üzerine tereyağ sürerek de güzel oluyor. Ama biraz fazla yediriyor dikkat...
Afiyet olsun







Sevgiyle kalın...

Türkiye Uçurumun Kıyısında - Zülfü Livaneli

Mecelle’nin önemli bir kuralı olan “ehemmi mühimden ayırmak” becerisini gösteremeyiz.
Bütün genellemeler gibi bu genellemeyi de haksız çıkaran akıllı insanlar var bu ülkede ama ne yazık ki savaş borazanları öterken, flütlerin sesi pek duyulmaz. Çok gürültü çıkaran boş tenekelerin sesi daha yüksek çıkar.
Son ayların siyasi gelişmelerini; en basit, en yalın biçimde nasıl anlatırım diye düşündüm ve izninizle popüler kültürden yararlanmaya karar verdim.
Bir film sahnesi...
Gözümüzün önüne bir film sahnesi getirelim: Bir arka odada poker masası kurulmuş, herkesin önünde kâğıtlar, fişler... Oyunun sonuna doğru gerilim iyice yükseliyor. Patron olduğu belli iri yarı adam epey yüksek bir pey sürüyor ortaya, herkese rest çekiyor. Bazı oyuncular çekiliyorlar. Oyuna yeni giren genç bir adam ise resti görüyor. Elindekileri ortaya sürüyor. Herkes nefesini tutmuş, kâğıtların açılmasını bekliyor.
Bu arada patronun adamlarının elleri silahlarında. Odada tehdit edici bir hava var. Sonunda eller açılıyor ve şaşırtıcı biçimde patronun kaybettiği, genç adamın ise kazandığı görülüyor. Herkes şaşkın şaşkın birbirine bakıyor, çünkü bu duruma hiç alışık değiller.
Patron nasıl kaybeder? Böyle bir durum kabul edilebilir mi? Odadakiler kuşku içinde iri yarı patrona bakıyorlar ve beklenen tepki gecikmiyor. Patron dehşetli bir hamleyle masayı deviriyor; pullar, paralar, kâğıtlar dağılıyor. Adamları silahlarını çekip ortalığı daha da karıştırırken, patron “Oyun tekrarlanacak’” diye bağırıyor. “Yeniden kurun masayı.’’ Bir iki kişi itiraz edecek gibi olunca, silahlar ateşleniyor, ortalık kan gölüne dönüyor. Bu arada bazıları da başka bir odaya çekilip, olan bitenin hiç farkında değilmiş gibi, acaba bir orta yol bulabilir miyiz, acaba ortak davranabilir miyiz diye laf olsun torba dolsun kabilinden uzun görüşmeler yapıyorlar. Durumu anlayan insanlar ise bu oyunun kurallarının olmadığını, patron kazanana kadar hep tekrar edileceğini anlıyorlar. Patronun yeni oyundaki hedefi; genç adamı oyun dışı bırakmak.
Kuralsız oyunlar
Bu ülkede ne yazık ki oyunlar kuralsız oynanır. Çünkü iliklerimize kadar işlemiş bir otorite anlayışımız var. “Zor oyunu bozar” ya da “Emir demiri keser” sözlerini hangi gelenek yaratmış acaba? Ya “Gelen ağam, giden paşam” sözünü?
Bir örnek vereyim: Devrik padişah Abdülhamit, Beylerbeyi Sarayı’nda “ihtilattan men edilmiş” biçimde yaşarken, ona dışarıdan haberler getiren askeri doktoru, 1917 yılında bir gün Rusya’da ihtilal olduğunu aktarıyor. Abdülhamit buna inanamayacağını söylüyor; yalandır, tek taraflı barış yapmak için göstermelik bir ihtilaldir, diyor. Doktor sebebini sorunca, padişahın verdiği cevap çok ilginç: “Dünyada iki millet vardır ki başlarında bir çoban olmadan yaşayamazlar. Ruslar ve Türkler.”
Acaba tarih padişahı haklı mı çıkarmakta? Rusların sarayda çok nüfuzu olan papaz Rasputin’den yüz yıl sonra gele gele Putin’e varmaları rastlantı olabilir mi? Ya Türkiye’nin, monarşinin yıkılışından yıllar sonra tekrar sultanlık özlemini saklamayan bir siyasetçiye yüzde 52 oy vermiş olmasına ne demeli?
Denetim ve denge
Bir Anglosakson modeli olan “demokrasi kurum ve kuralları” bizim gibi ülkelere uygulanamıyor mu yoksa? Demokratik rejimin olmazsa olmazı; denetim ve denge (checks and balance) ilkesi bizim gibi ülkelerde işlemiyor mu? Yasama, yürütme ve yargının tek kişide toplandığı bir rejime demokrasi denilebilir mi? Sadece sandığa indirgenmiş bir rejim, seçilmiş krallar yaratmaktan başka bir işe yarar mı? George Washington’un dediği gibi “yöneticileri anayasanın çarmıhına germek” güvencesi bize uygulanabilir mi? Yoksa “Anayasa da neymiş ulan?” diye narayı basan mı kazanır?
Kanlı oyun
Kendimizi kandırmayalım. Şu anda gırtlağına kadar yolsuzluğa, hırsızlığa, hukuksuzluğa, şiddete, kuralsızlığa batmış, uçurumun kıyısına gelmiş bir ülkeyiz.
Sonucu hoşa gitmeyen seçimleri tekrarlamak, “Seni başkan yaptırmayacağız!” diyen ve sözünü tutan HDP’yi dışlamak, küçük düşürmek, yok etmek, böylece sultanlık için gereken Meclis çoğunluğunu elde etmek için kanlı bir oyun oynanıyor.
Her zaman olduğu gibi bedeli yine masum, iyi niyetli, garip çocuklarımız ödüyor. Suruç’ta “her biri cihan parçası” evlatlarımız parçalanıyor, gencecik askerlerimiz, subaylarımız, polislerimiz “hayın tuzaklarda, kan uykularda” can veriyor ve ne yazık ki Türkiye bir iç savaş ortamına çekiliyor. Amaç ne: İktidar, sadece iktidar. Asyalıların asırlardır söylediği gibi “kaplanın sırtına binen oradan inemez”. Çünkü inerse kaplan parçalayacaktır onu. Bu yüzden ömür boyu orada kalmaya mahkûmdur.
Türkiye’deki siyaset oyunu bu kurala göre işliyor. AKP’nin iktidar yılları öylesine anayasa ihlalleriyle, öylesine suçlarla dolu ki hesap vermemek için her şeyi göze almış durumdalar. Bu yüzden masayı dağıtıp, ortalığı kana boğuyorlar. Koalisyon görüşmeleriyle de göz boyuyor, zamanın dolmasını bekliyorlar.

Emir demiri kesince...
Bizim gibi ülkelerde hiçbir siyasi analiz, liderin psikolojisi ve oyun planı hesaba katılmadan yapılamaz / yapılmamalı. Çünkü yanlış çıkar.
Bu ülkeyi yerleşik kurallar ve kurumlar yönetmiyor, emir demiri kesiyor. Hep birlikte düşünelim: Yeni seçilen bir Fransız Cumhurbaşkanı, “Ben başkanlık makamını Elysee’den taşıyorum. Keyfime göre muazzam bir saray yaptırıp oraya geçiyorum” diyebilir mi? Otel değiştirir gibi Cumhurbaşkanlığı makamını değiştirebilir mi? Bir Amerikan başkanı “Beyaz Saray’ı beğenmedim, kendime yeni bir saray yaptırdım” dese Amerikan kurumları aval aval seyredebilir mi? Gerçekten kendimizi kandırmayalım? Ne kadar acı olursa olsun, gerçeğin gözünün içine bakmakta yarar var.
Türkiye’de olup biten her şey bir “seçilmiş kral”ın iradesine göre şekilleniyor. AKP’nin CHP’yle yürüttüğü sözüm ona koalisyon görüşmeleri de Erdoğan’ın isteğine uygun olarak, süre doldurma amacına hizmet ediyor. Laf olsun torba dolsun misali, CHP dış politika, terör, ekonomi, eğitim vs. gibi konulara ait düşüncelerini (yani basılı programını) anlatıyormuş, AKP’liler de sessizce not alıyormuş. Tiyatronun böylesine “amatör” bile denmez. CHP’nin daha başta AKP’ye söylemesi gereken şuydu: “Sorumlu bir parti olarak ülkeyi hükümetsiz bırakmamak için sizinle görüşürüz ama önce vesayet altında olmadığınızı ispat etmeniz gerekir. Bunun da ilk şartı yolsuzluk, TIR’lar, Uludere gibi dosyaların ele alınması ve Meclis soruşturmalarının, yargılamaların başlamasıdır. Bunu yapmadığınız sürece rüştünüzü ispat etmiş sayılmazsınız.” Ama ne yazık ki iktidar ortağı olmaya hevesli bazı CHP yöneticileri, göle maya çalar misali, ya tutarsa diyerek, “avara kasnak” görüşmeleri devam ettirerek kamuoyunu oyaladılar ve başkan babanın “İşte görüyorsunuz, hükümet kurulamadı” diyerek ülkeyi erken seçime götürmesinin bahanesini oluşturdular.
‘Baba’nın planları!
Başkan babanın birinci planı erken seçime götürmek. Kendi deyimiye “tekrar seçim” yaptırmak. (Ne demek tekrar seçim? anayasada ve seçim kanununda böyle bir tanım var mı?) İkinci plan ise erken seçim ortamına, seçmenin korku içinde gitmesi. Seçmen kitlelerine “Bak ülke perişan oldu, hadi yine istikrar sağlamak için babamıza sığınalım” dedirtmek. Ve HDP’yi tırpanlayarak, “Seni başkan yaptırmayacağız” sözünü yalatmak. Kan bu yüzden dökülüyor, ocaklara bu yüzden ateş düşüyor.
Bu ülkeyi gerçekten seven yurtseverlere düşen görev, akıllı olmak, durumu iyi değerlendirerek kan tuzaklarına sürüklenmemek, kutuplaşma şehveti içinde “Yaşasın ölüm” çığlıkları atmamak ve her şeye rağmen barışı, insanlığı, kardeşliği savunmaya devam etmek.
Asıl sorumlu
Şimdi bazı okurların can alıcı soruyu sorduğunu duyar gibiyim: “İyi ama PKK bu kadar adam öldürürken barış nasıl savunulacak? Bu saldırılara cevap verilmeyecek mi?” Haklısınız; hiçbir devlet silah bırakmaz ve şiddeti ezmek için şiddet kullanır. Ama buradaki soru şu:
Acaba bu eylemleri kim yapıyor, niçin yapıyor? Demirtaş’ın “kirli” diye nitelemekten çekinmediği eylemlerin asıl sorumlusu kim?
Suruç katliamında bütün öfke IŞİD’e yönelmişken, boğayı kendi üzerine çekmek için kırmızı pelerin sallar gibi hedef şaşırtmaktan başka bir anlamı olmayan biçimde, iki polisimizi uykularında kurşunlamak hangi amaca hizmet ediyor?
PKK yöneticilerinin Demirtaş’ı eleştiren ve son olarak, parlamentodan vazgeçin anlamına gelircesine “Halkın içine, köylere çekilin” açıklaması, hangi iradenin işine geliyor? TBMM’de 80 milletvekili ile sesini duyurmak, köylere çekilmekten daha iyi değil mi? Başbakan yardımcısı niçin Demirtaş’ı, Öcalan’a ihanet etmekle suçladı, Brütüs dedi? Neden dolayı “Öcalan milli çizgide ama HDP değil” diyorlar, kısacası Öcalan’a bayılan iktidar odakları niçin HDP’yi şeytanlaştırmaya çalışıyor.

Niçin?
Unutulmasın ki; yüzde 6 civarında oya sahip olan HDP’yi parti olarak seçime sokmak, onları baraj altında bırakma, böylece AKP’ye başkanlık konusunda yeterli çoğunluğu sağlama girişimiydi.
Ama hem konjonktür, hem de HDP’nin ön plandaki yüzlerinin yürüttüğü sempatik propaganda ve “Türkiyelilik” vurgusu, yüzde 13 başarı getirerek oyun planını bozdu. Şimdi geri alınmak istenen budur. Kan bu yüzden akıyor.
Ve bu kargaşada kim kiminle ortak, kim kimin değirmenine su taşıyor, anlamak çok zor. Her şey gördüğümüzden ibaret değil.
Siyaset sözlüğünde merhamet maddesi yoktur. (Unutmayalım ki ABD Pearl Harbour baskınını önceden haber aldığı halde önlemedi; sırf Japonya’ya misilleme yapabilmek amacıyla Japon uçaklarının onca Amerikalıyı öldürmesine, gemilerini batırmasına izin verdi. Yani oyun içinde oyun oynanır ve sıradan yurttaş olarak bunları bilmemiz çok zordur.)
Son söz
 Laik, demokrat, kardeşçe yaşanan, barış içinde bir Türkiye’yi özleyen herkesin çok dikkatli olması gerektiği, oyun içindeki oyunları anlaması, birbirini uyarması gerektiği kanısındayım. Çünkü siyasetin elindeki en büyük koz, provokatif eylemlerle, manşetlerle kandırabileceği halk kitleleri, daha doğrusu “millet”in aptal kesimidir.
Geleceğe olan umudumuzu hiç yitirmedik. Zulüm ve kan ne kadar artarsa artsın, geleceği haktan hukuktan, demokrasiden, barıştan yana olanlar kuracaktır.
Bu zor yılları birbirimizi kırmadan dökmeden, dayanışma içinde, dikkatli, anlık öfkelere kapılmadan, soğukkanlılıkla atlatmak zorundayız. İnsanlık onuru bu zulmü de yenecektir.

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/339287/Turkiye_ucurumun_kiyisinda.html
Sevgiyle kalın..

6 Ağustos 2015 Perşembe

Şehit !!

Slm,




Bu vatan için, bu millet için  çocuklarını da kendilerini de feda etmeye hazır olduğunu belirtenler;
gerçekte kimlerin feda edildiğini bildikleri için rahaaat rahaaat konuşur ve kükrerler... 

Peki biz....

Ne uğruna... Ya Rab bu ocaklar sönüyor?


Sevgiyle kalın.....

4 Ağustos 2015 Salı

"İslam kardeşliği" diyenler, kimin kardeşi? - Levent Gültekin


Slm,
hemen bağırıp- çağırıp -kızmayın, okuyun ve düşünün.  yazının tam metni aşağıdaki linkte.. Ben kırpmalar yaptım.
..............
Ortadoğu kan gölüne dönmüş. Devletler çatışıyor. Mezhepler çatışıyor. Aynı mezhepten, fakat İslam’ı farklı yorumlayan örgütler çatışıyor. Cemaatler çatışıyor. Farklı siyasi çizgideki iki Müslüman yolda karşılaşsa birbirine selam bile vermiyor.
Hal böyleyken hâlâ niçin İslam kardeşliğinden bahsediyorlar? ..... Hakiki, köklü, net çözüm üretemedikleri için, zaman kazanıyorlar. Dinî söylem ve imajla elde ettikleri gücü, aynı yöntemle koruyabileceklerini düşünüyorlar…

Hangi İslam’dan, hangi Müslüman’dan bahsediyorsunuz?

İyi de, ‘İslam kardeşliği‘ sözünü, yıllardır İslam’ı, toplumda ayrımcılığın kaynağı yapan siyasetin mensupları söylüyor. Müslümanlığını beğenmediği kimselere ‘vatan hanini‘ muamelesi çeken insanlar söylüyor. Kendisi gibi düşünmeyen Müslüman’a, bırak kardeş gibi davranmayı insan gibi davranmayı bile beceremeyen İslamcılar söylüyor. Siz ne diyorsunuz Allah aşkına? Hangi İslam’dan, hangi Müslüman’dan bahsediyorsunuz? Binlerce çeşit İslam, milyonlarca farklı Müslüman var.

Karaman’ın İslamı mı, IŞİD’in mi?

Hangisininkini doğru kabul edeceğiz? “Yolsuzluk hırsızlık değil”diyen Hayrettin Karaman’ın İslam’ını mı? Yoksa “Suriye’deki sivilleri öldürebilirsiniz” diyen Dünya Alimler Birliği Başkan Yardımcısı Yusuf El Karadavi’nin İslam’ını mı? Yoksa yakmayı, kafa kesmeyi, vahşiliği din sanan IŞİD’in İslam’ını mı? Veyahut kafayı kadına takmış pespaye tarikatların Müslümanlığını mı? Yoksa iktidarda kalmak için hırsızlığı, yolsuzluğu, adam kayırmayı, çocuk öldürmeyi mubah görüp, ülkeyi ateşe vermeyi göze alan AK Parti İslamcılarının Müslümanlığını mı? Hangisini?
Sizin bu ülkeye, bu topluma yaptıklarınızın hangisi bırakın kardeşliği, insanlığa sığıyor ki? Söyleyin!  Hangisinin yorumunu kabul edip kardeşlik bağı kuracaksınız?
İslam insana bir kardeşlik ahlakı, terbiyesi veriyorsa, size niye vermedi? İslam kardeşliği harika bir şeyse niye Ortadoğu’da birbirini boğazlayan bu insanları, yaptıklarından alıkoymuyor? Müslüman olup da huzurlu olan tek ülke, şehir var mı? Bunu niye düşünmüyorsunuz? Düşününce boşluğa düşüp başınıza iş alacaksınız değil mi?

Elimizde parça parça olmuş, işlevini yitirmiş bir İslam var

Müslümanlar önce İslam’ı mahvetti. Sonra, o İslam bütün İslam dünyasını mahvetti. Hâlâ kalkmış utanmadan topluma bunun bir kurtuluş olduğunu söylüyorsunuz. Elimizde parça parça olmuş, işlevini yitirmiş bir İslam var.
Bir düşünün bakalım, bu İslam’ın Müslümanlara kattığı bir tek değer var mı? Daha güzel bir ahlak mı verdi? Daha zeki ve çalışkan mı yaptı? Daha zarafet ve nezaket sahibi mi yaptı? Yüksek bir şahsiyet kazanmalarına vesile mi oldu? Teknolojide, bilimde, sanatta dünyaya parmak ısırtacak işler çıkarmalarına kaynaklık mı etti? Bırakın farklı dinden olanlara, kendi dininden olanlara insan gibi davranmayı mı öğretti? Söyleyin, günümüz İslam anlayışı ne kattı bu toplumlara?
Kattığı tek bir artı değer söyleyin de biz de İslam kardeşliği denen bu ütopik şemsiye altında toplanmaya çalışalım.

Çözüm insanlığın esas olduğu bir anlayış

Peki nedir çözüm? Nasıl çıkacağız bu vahşi ortamdan? Eşitlikle. Özgürlükle. Adaletle. Yüksek demokrasiyle. Kimsenin kendini kimseden üstün görmediği, herkesin eşit olduğu yepyeni bir Türkiye’yle. Dinin, etnik kökenin, ideolojinin değil, insanlığın esas olduğu bir anlayışla. Kavgayı değil, konuşmayı benimseyen; farklılığı sorun değil zenginlik gören ve ortak noktaları ön plana alan bir zihin yapısıyla. Başka yolumuz yok.
Dünya, bizim bugün yaşadığımız çatışmaları, vahşilikleri 200 yıl önce geride bıraktı.  Din savaşları verdi. Etnik köken savaşlarına tutuştu. Hepsinin sonu hüsranla ve felaketle bitti. Artık yeni dünyada geçer kural: Eşitlik, özgürlük ve adalet. Bugünün dünyasında, siyaset = demokrasi. Herkesin istediğine inandığı, istediği gibi yaşadığı bir dünya var artık. Ya bunu anlar ve kabul edersiniz, ya da bıkana kadar, ölene kadar birbirinizi boğazlamaya devam edersiniz.

Mağara devrinden kalma iki zihniyet çocuklarımızı kurban ediyor

.............. Söyler misiniz Allah aşkına aynı etnik kökenden olmanın ne artısı var? Ne katıyor insanlara? Nasıl bir kazanç sağlıyor? Daha mı çalışkan yapıyor? Daha mı insan yapıyor? Daha mı merhametli, vicdanlı, onurlu yapıyor?
Diyeceğim o ki: Sadece etnik savaş uğruna çocuklarımızı öldüren PKK değil, her meseleyi dinle çözmeye çalışan AK Partili İslamcılar da ne yazık ki mağara devrinde yaşıyor. Mağara devrinden kalma iki zihniyet bu akıl dışı, çağdışı savaşta çocuklarımızı kurban ediyor.

PKK’ya bir çift söz

Yazımın sonunda PKK’ya da bir çift sözüm var: Yıllardır bu ülkeye karşı silah kullanıyorsun. Her ağzını açtığında devletin kurduğu tuzaklardan, kirli hesaplardan bahsediyorsun. Fakat nasıl oluyorsa her seferinde ‘o tuzaklara‘ düşmekten kendini alamıyorsun. İktidarın bir çatışma istediği gün gibi ortadaydı. Bunu bile bile bölgede tuzağa zemin hazırladın. Göz göre göre ‘o tuzağa‘ düştün. Barış süreciyle elde edilmiş bunca kazanımı bir çırpıda harcadın. İşlediğin bu insanlık dışı cinayetler ne sana ne de topluma yaradı, sadece o çok şikayetçi olduğun iktidara yaradı. Asker öldürüyorsun, polis öldürüyorsun. Gariban insanların araçlarını yakıyorsun.

Bu devletin vicdanı da yok, merhameti de

Sanıyorsun ki devlet bunlara üzülüp geri adım atacak. Bu devletin vicdanı da yok, merhameti de. Hiç olmadı. Çocuklarımızın ölümü onların canını yakmaz. ................. Meşru, demokratik, insani, sivil siyaset yoluyla hak aramayı, memlekete fayda sunmayı niçin reddediyorsunuz?

Lütfen günümüze gelin

................ Demokratik hak ve özgürlük mücadelesini silahla değil, konuşarak, barışçı yollarla vermeyi öğrenin. Çünkü konuşarak sorun çözmek insana mahsus bir özelliktir.
Sevgiyle kalın...