Sayfalar

21 Şubat 2017 Salı

Bu Devirde Çocuk Yetiştiren Anne Babalara 7 Somut Öneri - Selçuk Şirin

Zor zamanlardan geçiyoruz. İster dünya haberlerine bakın ister Türkiye haberlerine...
Yarının bugünden daha kötü olacağına dair inancın çoğaldığı berbat bir dönemdeyiz. Böyle zamanlarda herkes zorlanıyor umudu diri tutmak için ama asıl zorluğu çocuk yetiştiren anne babalar çekiyor. Çünkü bir taraftan kendi geleceklerini düşünürken, diğer taraftan çocuklarının geleceğini hesaba katmak zorundalar.
Ne yapmalı?
Bu devirde çocuk yetiştiren bir ebeveyn olarak yukarıdaki soruya yanıt ararken Birgün Gazetesi’nin Pazar ekinde şahane yazılar kaleme alan Doç. Dr. Bilge Selçuk’un tam da bu konuya eğilen yazısını gördüm birkaç hafta önce. Kendisinden de izin alarak o yazıdan aldığım notları aşağıda paylaşıyorum. Paylaşıyorum, zira okurken “Bu yazıyı ben yazmalıydım,” dediğim nadir metinlerden biri Bilge Hoca’nın bu makalesi. Zira oldukça karmaşık kuramsal meseleleri herkesin anlayacağı ve uygulanabilir somut adımlara dönüştürmüş.

1. Çocuğunuzla konuşun
Daha evvel yazmıştım. Okulöncesi çağda zeka demek kelime dağarcığı demek. İlk 36 ayda ebeveynler ile çocuklar arasındaki diyaloğun kalitesi çocukların okula başlangıcı dahil tüm akademik süreçlerdeki başarısını önemli ölçüde belirliyor. O nedenle çocuğunuza yapacağınız en önemli yatırım onlarla konuşmak. Bunu masal anlatarak mı, evcilik oynayarak mı, etrafı keşfederek mi yoksa kitap okuyarak mı yaparsınız bu size kalmış; ama şu zor günlerde eğer zamanı ve mekanı unutmak istiyorsanız çocuğunuzun dünyasına dalın. Konuşun, oynayın onlarla…
2. Çocuğunuza beklemeyi öğretin
Dünyada insan gelişimi üzerine yapılan en kapsamlı araştırmalardan biri 1972’de Yeni Zelanda’da başlayan Dunedin Araştırması. Başka bir gün detaylarını anlatacağım bu araştırma 1000’den fazla bebeği doğumundan bugüne kadar takip ediyor. Ve bu araştırmadan çıkan en önemli sonuçlardan biri şu: Bireylerin hayattaki başarı ya da başarısızlığını açıklayan en önemli değişken zeka değil, ailenin sosyal ya da ekonomik seviyesi de değil, öz-denetim.  Kendi duygu ve düşüncelerini daha iyi kontrol edip yönetebilen çocuklar akademik olarak başarılı, sağlıklı ve varlıklı bir yetişkin oluyor. Öz-denetim becerisini kazandırmak için açılan pencere, çocuk 10 yaşına varınca kapanmış oluyor. O nedenle anne babaların 0-9 yaş döneminde çocuklara her istediğini hemen vermekten vazgeçip onlara sabretmeyi, beklemeyi, hak etmeyi öğretmesi onların geleceğine yapacağı en önemli katkılardan biri. Bu beceriyi kazandırmanın bir diğer yolu da çocukları planlı okul dışı etkinliklere erken yaşta alıştırmak. Spor ve sanat belki de bu etkinliklerin en faydalı olanı zira her iki kanalda da çocuklar kurallar çerçevesinde performans sergilemeyi ancak sabırla öğrenebiliyor.
3. Çocuğunuza kendi ayakları üstünde durmayı öğretin
Özgüven olmadan bireysel başarı da olmuyor. O nedenle olabildiği kadar erken yaşta çocuklarımıza kendi ayakları üstünde durmayı, tercih yapmayı öğretmeli ve sorumluk bilincini kazandırmalıyız. Elbise seçiminden, ayakkabı bağlamaya, saç stilinden yemek yemeye bir dolu alanda kararları çocuklarla birlikte vermek ve çocukların verdiği kararların sonuçlarını yaşamayı göze almayı bilmek özellikle bizde oldukça zor kazanılan ebeveynlik becerileri. Bizde bu iş zor çünkü geçmişten gelen alışkanlıkla çocukların adına tüm kararları biz almak zorunda olduğumuzu hissediyoruz. Öyle olunca da edilgen çocuklar, kendi ayakları üstünde duramayan yetişkinler ortaya çıkıyor. Oysa birey olmak demek kendi başına hareket etmek, kim ne derse desin gerektiğinde kendi inancı doğrultusuna karar vermek demek. O nedenle siz siz olun çocuğunuza zorla bir elbise giydirmeyin, onlara zorla yemek yedirmeyin. Merak etmeyin üşürse giyer, açsa yer.
4. Çocuğunuza “hayır” demeyi öğretin
Bilge Hoca ve arkadaşlarının yaptığı bir araştırmaya göre Türkiye’deki anneler çocuklarında en fazla şu özellikleri arıyor: Uslu olma, saygılı olma, söz dinleme. Dikkat ederseniz bu özellikler koşulsuz itaat içeriyor. İçinde eleştirel düşünme, itiraz etme yok. Oysa içinde bulunduğumuz devir soruların çoğaldığı yanıtların eskidiği bir dönem. Her alanda eleştirel düşünenlerin ileri gittiği bir devir. Gerek beşeri gerekse de ekonomik gelişim için itiraz eden yeni nesillere ihtiyacımız var. İtaat edenlerin inovasyon yapamayacağı gerçeğini defalarca yazdığım için burada uzatmıyorum ama eleştirel düşünme becerisinin evde başladığının altını tekrar çizmek istiyorum.
5. Çocuğunuza şiddet uygulamayın
Bu başlık altına ekleyecek başka bir şey yok. Dayak atmayın kardeşim. Attığınız her dayak fiziksel şiddet olarak ya size ya sevdiklerinize geri gelecek. Ayrıca dayak yiyen çocukların beyin bölgelerinde ciddi tahribatlar oluştuğunu ve bu tahribatın da o çocukların zihinsel ve duygusal gelişimine ciddi anlamda ket vurduğunu unutmayın.
6. Çocuğunuzun kaygı düzeyini artırmayın
İlk başta da ifade ettiğim gibi gelecekten endişe duyduğumuz bir dönemden geçiyoruz. Global ısınmadan nükleer savaşa, ekonomik krizden iç çatışmalara pek çok kaygı duyacak mesele var. Bütün bu kaygılarla biz yetişkinler bile başa çıkmakta zorlanırken çocukların başa çıkmasını beklemek haksızlık olur. O nedenle biz ne kadar kaygılanırsak kaygılanalım, çocuklarımıza bu kaygıları aktarmaktan kaçınmamız gerekiyor.
7. Sakın gülmekten vazgeçmeyin
Mizah, eğlence, neşe olmadan çocukluk olmaz. Dünyada ne oluyorsa olsun evinizin içinde çocuklarınızla neşeli bir ev ortamı yaratmaya gayret edin. Biliyorum dünya altüst olurken evde çocuğunuzla gülüp oynamak suçluluk duygusunu da beraberinde getiriyor ama neşeli olmak, dünyaya sırtınızı dönmek demek değil. Hayatta bin bir zorluk aşanların hikayelerine daha dikkatli bakın, her zorluğu mizahla, eğlenceyle, gülücükle aşmış olduklarını göreceksiniz. O nedenle çocuklarınızın hayatında bu pozitif yaşam enerjisini eksik etmeyin.
Özetle, şu zor günlerde çocuklarınıza ve onların parlak geleceğine yatırım yapın. Bizim yaşadığımız hayattan daha güzel bir hayat yaşamaları bizim elimizde.
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/selcuk-sirin/bu-devirde-cocuk-yetistiren-anne-babalara-7-somut-oneri-40371039

Siyasi Kültür - Taha Akyol

AMERİKALI Senatör John McCain ülkemizde; Cumhurbaşkanı ve Başbakan tarafından kabul edildi.
80 yaşındaki senatör Amerika’da ne başkandır ne de bakan...
Hatta aynı partiden olan Trump’ı en sert eleştiren isimlerden biridir.
Vietnam Savaşı gazisi ve özellikle dış politikada aktif bir şahsiyet olan McCain, çok saygın ve etkili bir isimdir.
Senato’da “Silahlı Kuvvetler Komitesi Başkanı”dır.
Amerika’yla ve bütün ülkelerle ilişkilerimizin hükümetlerle sınırlı kalmayıp geniş bir yelpazede gelişmesi elbette olumlu ve gereklidir.
Benim üzerinde duracağım konu, siyasi kültür sorunudur.
BAĞIMSIZ KİŞİLİK
McCain’in şahsında ortaya çıkan siyasi kültür unsurlarına bir bakalım.
Evvela kuvvetli bir şahsiyet; partisinin emir kulu değil.
Kendi itibarıyla 1981’den beri senatör veya temsilci olarak seçilmektedir.
Batı demokrasilerinde vekillerin “tabandan” seçilmeleri onlara kişilikli davranma gücü kazandırır.
Koca Amerika’da toplam 100 senatör seçilir. Senatör olmak çok prestijli bir sıfattır.
Gerçi Temsilciler Meclisi’nin 440’a yakın üyesi vardır fakat “sorgulama” ve “onay” yetkisi Senato’da olduğu için Senato daha önemlidir.
Senato’nun bizdeki Meclis komisyonlarına benzeyen “komite”leri çok güçlüdür. Başkanı hesaba çekerler, atadığı bakanları, yargıçları, büyükelçileri didik didik inceleyip kamuoyu önünde sorguladıktan sonra kabul veya reddederler.
Sistemi iyi işleten iki faktöre dikkat: Bağımsız kişilik ve güçlü kurumlar!
Amerikan tarihinde ve bugün McCain gibi güçlü senatör örnekleri az değildir.
‘FAZİLET MÜCADELESİ’
ABD’nin büyük başkanlarından John F. Kennedy’nin “Fazilet Mücadelesi” adlı kitabını okuduğumda genç bir politika heveskârıydım; hâlâ elimin altındadır. Doğru bildikleri uğruna partisiyle çelişmekten sakınmayan bağımsız iradeli senatörleri anlatır.
Bu sayede sistemin esneklik kazandığını, uzlaşmaların sağlandığını vurgular.
Demokrat Partili Kennedy, Cumhuriyetçi Senatör Albert Beveridge’in şu sözlerini aktarır:
“Herkesin benzer düşünceleri ezberlemesini isteyen bir kuruluşa parti denilemez. Böyle bir parti düşünce ve vicdan sahibi kimselerden oluşan canlı bir kuruluş değil, gelenek ve kan bağlarıyla bir arada duran ilkel bir kabile gibidir.”
Bizde ise “kabile gibi” olmak övülür: “Sıkılmış yumruk, emir demiri keser, sürüden ayrılanı kurt kapar, vazife istenmez verilir” falan...
İşte bu yüzden her devirde kutuplaşıyoruz, yumruklarımızı açıp tokalaşmamız çok zor!
Bir vekil liderden farklı konuştuğunda partiden atılıyor.
Cumhuriyetçi Parti’de ise Trump’ı çok sert eleştiren senatörler var, onları partiden atmak gibi bir “kabile” davranışı kimsenin aklından geçmiyor.
BİZİM TARİHİMİZDEN
Elimdeki “Milli Mücadele Belgeseli”ni bitirirsem bir kitap yazmak istiyorum.
Takrir-i Sükûn Kanunu’na itiraz edip “lüzumsuz şiddete karşıyım” diyerek başbakanlıktan istifa eden Fethi (Okyar) Bey...
Dersim Kanunu’nda idam cezalarını Meclis’in denetim yetkisinin kaldırılmasına Tek Parti meclisinde itiraz eden Muğla Milletvekili Hüsnü Kitapçı...
Bayar’ın telkinleriyle Menderes’in uyguladığı sertlik ve baskı siyasetini parti içinde eleştirerek yumuşamayı ve muhalefetle diyaloğu savunan Sıtkı Yırcalı, Fevzi Lütfi, Rıfkı Salim...
Ve hukuk tarihimizdeki onurlu isimler...
Tarihimizde böyle örnekler az değildir. Fakat “makbul” görülmedikleri için tozlu sayfalarda kaldılar.
Biz de yeni nesillerimize böyle örnekleri anlatmalıyız.
Partiler olmadan demokrasi olmaz, fakat hür düşünce ve bağımsız kişilik kültürünü de geliştirmemiz gerekiyor.
Bilimin gelişmesi için de zorunludur bu.
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/taha-akyol/siyasi-kultur-40372120

Sevgiyle kalın..

20 Şubat 2017 Pazartesi

Kara Lahana Döşemesi

Slm,

pek paylaşım yapamıyorum artık ama bloğumu unutmadım da... Yeğenim beni aradı ve sen nasıl Karadenizlisin döşeme tarifi yok, pancar çorbası tarif yoook deyince kolları sıvadım ve döşemeyle başdım. Pancar çorbası ilerleyen günlerde...

Malzemeler:

Göz kararı yazacağım.

1 veya 1,5 bağ kara lahana (küçük yapraklı ve köklü olursa daha güzel olur, yoksa sıkıntı değil),
1/2 su bardağı civarı bulgur (ölçü aynı kalmak koşulu ile pirinç+bulgur yapabilirsiniz)
1/2 mısır yarması
tane mısır (olmasa da olur)
tereyağ (bana göre olmazsa olmaz)
sıvıyağ
tuz
kekik (tercihen)
iç yağ (2-3 fındık büyüklüğünde, iç yağın kalitesine göre değişir)
acı biber (tercihen)
1/2 su bardağı barbunya (tercihen)
1 orta boy patates
Soğan

Yapılışı: Pancarı haslayın ve çeşme suyunda 1 veya 2 kez (pancar yaprakları sert ise 2 kez) yıkayın ve  doğrayın, tencereye suyunu sıkarak yerleştirin. Üzerine tüm malzemeleri ekleyin (soğanı incecik yemeklik doğrayın). Üzerine gelecek kadar sıcak su ekleyin (suyu biraz artırmanız gerekebilir, benim yaptığım suyunu tamamen çekti, normalde azıcık sulu olur). Bulgur pişince yemeğiniz pişmiştir. Sıcak servis yapınız. Afiyet olsun








Sevgiyle kalın..


Gönüllülük hem öğrenilmeli hem yaşanmalı! - İnal Aydınoğlu

Günümüzde insanların çoğu dünyaya, dünyasal değerlere odaklı yaşıyorlar. Daha çok kazanmak, daha çok biriktirmek istiyorlar. Daha çok mala, mülke, daha çok şana, şöhrete sahip olurlarsa daha güçlü ve mutlu olacaklarını zannediyorlar. Fiziksel, zihinsel, hatta bilimsel çalışmaların hedefi bile toplumda sözü geçen, sözü dinlenen etkili bir insan olmak. En güçlü olan, en önde olur düşüncesi ile bir rekabet ortamı yaratıyor, öne geçebilmek için kıyasıya bir mücadele, kavga, kapma, kapışma telaşı içinde yaşıyorlar.
Bu kapışmadaki en büyük silahları akılları. Hedefe daha hızlı ulaşabilmek için her yolu deniyor ve mubah kabul ediyorlar. Gerektiğinde tilki kadar kurnaz, kartal kadar yırtıcı, çakal kadar sinsi ve çıkarcı olabiliyorlar. Herhangi bir seçimde en büyüğünü, en iyisini istiyor, kendilerine onu hak görüyorlar. Bencil bir yaşam sürdürüyor, açgözlülük ve doyumsuzluk ile evrendeki bolluk ve bereketi hissedemeden yokluk duygusu içinde yaşıyorlar. Sıkıştıklarında çıkarları için yalanı, rüşveti, haksızlığı yaşamlarına katabiliyor; kini, kıskançlığı, hasisliği içlerinde bir duygu olarak saklayabiliyorlar.
Mutluluğun kaynağı
Akılla zengin olunabilir, şöhrete ulaşılabilir, profesörlük sıfatı dahi kazanılabilir ama mutlu olunamaz. Mutlu olabilmek için akla ruhsal değerlerin; sevginin, şefkatin, merhametin, vicdanın ortak edilmesi gerekir. Yalnızca akıl ve mantıkla yolunu belirleyen, kişiliğini oluşturan insanlar, ruhsal değerlerden uzak, hatta ruhun varlığını bile kabul etmeden dünyaya odaklı bir yaşam biçimi oluşturuyorlar.
Kayıp korkusu içinde yaşıyorlar. Varlıkları, şöhretleri çoğaldıkça, makamları yükseldikçe korkuları daha çok artıyor. Sahip oldukları şeyleri adeta putlaştırıyor esareti altına giriyorlar.
Torunumla birlikte parka gitmiştik. Aynı yaştaki bir çocuk, topunu torunuma doğru attı. Torunum da oyun zannedip topu alıp koşmaya başladı. Çocuğun annesi arkadan, “Topunu kaptırma, kaptırma” diye bağırıyordu. Çocukları küçük yaştan itibaren, “Topunu kaptırma, beslenme çantandan kimseye bir şey verme, hepsini sen ye” gibi uyarılarla yetiştiriyoruz. Meslek seçerken sevdiği veya yeteneğine uygun meslekleri değil, iyi para kazanacak meslekleri öneriyoruz. Evlilik zamanında mantık evliliği yapmasını, adayın kariyerine, kazancına, aile varlığına bakmasını istiyoruz. Çocuklara, gençlere mutluluk kaynağı olarak dünyasal değerleri gösteriyoruz. Sevgi, şefkat, merhamet, vicdan gibi değerler doğrudan para kazandırmadığı, şöhret getirmediği için insanlar tarafından, ilgi görmüyor. İnsanlar birbirlerinden uzaklaşıyor, toplumsal yaşam yozlaşıyor.
Türk Milleti asırlardan beri oluşan çok yüksek ruhsal değerlere sahiptir. Sevgi ve hizmet duygusunun en yücesini gönlünde taşır. İslamiyet ise gerçek bir sevgi, yardımlaşma ve dayanışma dinidir.
Karşılıksız hizmet
Toplumsal sorunları çözmenin tek etkili yolu, ilişkilere sevgiyi katmak ve verilenden, yapılandan karşılık beklememektir. Oysaki akılla yönetilen, dünyasal değerlere ve çıkar hesaplarına dayalı düzen her verdiğinden bir karşılık bekler. Karşılıksız hizmet yapan kimselere endişe ile bakarlar, “Bir insan hiçbir karşılık beklemeden başka insanlara nasıl hizmet edebilir” diye şüphe duyarlar. “Ya bu insanın zamanı ve parası çok, aklı yok veya bu hizmetleri gösteriş olarak yapıp ardından önemli taleplerde bulunacak, muhitini geliştirip işine katkılar sağlayacak” gibi düşünenlerin yanında dolandırıcılık endişesi taşıyanlar bile oluyor.
Canlı cansız tüm varlıklara karşılık beklemeden hizmet yolu olan gönüllülük duygusu, çocuklukta aileden başlayarak yaşamın tümüne yansıtılmalıdır. Anneler, babalar, okullarda öğretmenler, çocukları yarış atı gibi koşturmak, test çözmeyi öğretmek yerine huzur içinde öğrenmeye, hayata hazırlanmaya ve insan olmaya yönlendirmelidirler. “Komşunu kendin kadar sevmeden”, toplumsal sorumluk duymadan,  paylaşmadan insanlık yolunda yürümek olası değildir.
Toplumsal mutluluk
Çocuk veya genç, ailesiyle birlikte toplumun bir parçası olduğunun bilincine ulaşmalıdır. Toplumsal mutluluk olmadan bireysel mutluluğun çok anlam ifade etmeyeceğini anlamalıdır. Ailenin ve öğretmenlerin çocuklara toplumsal sorumluluklarını öğretmeleri toplumun geleceği yönünden büyük önem taşır. Anayı, babayı, öğretmeni en iyi tartan çocuklardır. Eksiklerini, kusurlarını hemen görür, ilişkilerini ona göre kurarlar. Bu nedenle çocukların örnek aldıkları aile bireyleri ve öğretmenlerin sergiledikleri yaşam çok önemlidir. Anlatımları içten ve inandırıcı olmalıdır. Öncellikle kendileri akıllarını ruhsal değerleri ile dengeledikleri, sevgiyi, şefkati, merhameti, temiz vicdanı yol gösterici olarak kabul ettikleri bir yaşam biçimi oluşturmalı; topluma saygı ve sorumluluk duygusu içinde örnek olmalıdırlar. Gönüllülük hem öğrenilmeli, hem yaşanmalıdır.

http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/dusunenlerin-dusuncesi/gonulluluk-hem--ogrenilmeli-hem-yasanmali--2399259/

Sevgiyle kalın...