Sayfalar

31 Temmuz 2019 Çarşamba

Eleştiriye ceza değil yanıt verilir

Uzuuun zamandır gözlemlediğim adeta kronikleşen duruma "cuk" oturdu bu cümle. "ELEŞTİRİYE CEZA DEĞİL YANIT VERİLİR".
Bir de "İHBAR KOVUŞTURULUR İHBARI YAPAN DEĞİL" demek geldi içimden..
Kaybolan değerlerimiz...

11 Temmuz 2019 Perşembe

Taflan/karayemiş kavurması

Slm,

Yöresel bir lezzetimizi daha arşive ekliyorum. Hiiic zamani değil tazesi varken şu mevsimde... benden de böyle olsun. Taflan, karayemiş, karamiş biz kullanmasak da laz kirazı artık adına ne derseniz hepsi de doğru. Bol bol yetişir Karadeniz'de. Kan şekerini dengelemekten, demir eksikliğinin giderilmesine kadar birçok faydaları var. Karadeniz insanının atarlı, sabırsız  hallerini düşününce taflanın faydaları listesinde sadece "sinirleri yatıştırır" ifadesine pek inanasım gelmedi ama olsun gece gündüz sürekli yenmediği için kanda bu etkisini gösterecek düzeye gelmediğine kanaat getirdim kendimce..

Ölçüler göz kararı.

Taflan/karayemiş kavurması:

1 kase taflan tuzlusu (en az 4 saat öncesi çekirdekleri çıkarılıp suda bekletilmiş)
Bol soğan (2-3 orta boy)
Tereyağ
Zeytinyağ

Yapılışı: Taflan tuzlu olduğu için suyunu 1-2 kez değiştirmekte fayda var. Tuzundan arınmış taflanı hafif sıkarak kavurmaya hazır hale getirin. Soğanları zeytinyağ ve tereyağda yavaş yavaş karamelize edin. Taflanı ekleyerek biraz uzun soluklu kavurun, taflanlar yağ+soğanı iyice özümsesin. Sıcak servis yapın.
Bir arkadaşım kavurma esnasında ince kıyılmış mısır ekmeği ekleyince lezzetinin daha da güzel olduğunu belirtti henüz denemedim unutmamak için kayıtlarımda olsun diye yazıyorum. Yemeklerin yanında, çay saatinde garnitür gibi tüketiyoruz. Afiyet olsun







Sevgiyle kalın..

3 Temmuz 2019 Çarşamba

Carlos Santana/Neşet Ertaş "İnsan Olabilmek" üzerine.. İçimizi ısıtan iki örnek... Hikaye değildir

1989’da İstanbul’a ilk kez gelen Carlos Santana, alanda karşılanıp konaklayacağı otele getiriliyor. İlk gün serbest. Dinlenmek yerine “Çıkalım İstanbul’u dolaşalım.” diyor. Yanına bir rehber veriliyor. Kapalıçarşı, Sultanahmet, Ayasofya derken, Santana güzel bir çay bahçesi görüyor. Hem üstadı dinlendirelim hem de bir Türk kahvesi içsin diye bahçede bir masaya oturuyorlar. O ana kadar koca Santana’yı bir Allah’ın kulu tanımıyor. Resimdi, imzaydı diye taciz eden de yok… Rehberle beraber kahveleri höpürdeterek sohbet ediyorlar. Birden çay bahçesinin önünden geçmekte olan boyacı Roman çocuklar bağırmaya başlıyorlar: “Heyy!.. Hello Santana! Welcome İstanbul! I love you Santana!” Çay bahçesinin garsonları çocukları tersliyor. Santana rehberine diyor ki: “O çocukları buraya çağır, ben içeri gelmelerini istiyorum.” Boyacı Roman çocuklar sandıklarıyla beraber dalıyorlar çay bahçesine... Rehber söylediklerine tercüman oluyor, başlıyorlar koca Santana’yla sohbete... Diyorlar ki “Sen dünyanın en büyük gitar ustalarındansın. Senin çizmelerini boyayalım, kıyağımız olsun, beş kuruş istemeyiz…” Santana çok mutlu oluyor, hem de çok şaşırıyor… Çocuklara gazoz, kola ısmarlıyor. Sonra da soruyor tabii: “Geldiğimden beri beni İstanbul’da kimse tanımadı. Peki, bu çocuklar beni nasıl tanıdı?” Çocuklar anlatıyorlar: “Biz boya yaparken bazı müşteriler gazete okur. Fırça sallarken arada gazetelere de bakıyoruz tabii. Resmini orada gördük. ‘Dünya yıldızı Santana İstanbul’a geliyor’ yazıyordu, oradan tanıdık seni.” Çizmelere boya cila yapılıyor. Santana para vermek istiyor ama çocuklar almıyor. “Peki” diyor Santana, “Yarın akşam konserim var, beni dinlemek ister misiniz?” Rehberden ikişer kişilik davetiyelerden alıyor, çocuklara veriyor. Ertesi akşam Açıkhava’da müthiş bir izdiham var. Roman çocuklar ellerinde davetiyelerle konsere geliyorlar. Ana kapıdan giremiyorlar, çünkü Santana misafirlerine VIP davetiye vermiş, çocuklar nereden bilsin. VIP kapısına gelince kıyamet kopuyor... “Kimden çaldınız bu davetiyeleri?” Çocuklar, “Biz kimseden çalmadık abey, biz Santana’nın misafirleriyiz, o verdi bunları bize” deyince, ‘Hadi ulan!’ diyerek ve sille tokat tartaklayarak çocukların ellerinden davetiyeleri alıp kapıdan kovuyorlar. Ama Santana’nın VIP misafirleri pes etmiyor... Sanatçıların arka giriş kapısını buluyorlar. “Santanaaa! Santanaaa! Help... Help!” diye hep bir ağızdan basıyorlar feryadı. Bir şekilde rehbere haber gidiyor, o da gidip durumu Santana’ya anlatıyor. Sonra da rehber çocukları alıp kulise, Santana’nın yanına getiriyor. Salya sümük, gözyaşları içinde başlarına geleni anlatıyorlar. Santana çok üzülüyor ve sinirleniyor: “Misafirlerimi alın ve yerlerine oturtun.” Boyacı Roman çocuklar rehberle beraber sahne kenarından seyircinin arasına iniyorlar. Büyük sorun oluyor... Çocukların yerlerine çoktan birileri oturmuş bile. Görevliler bir şey yapamıyorlar... Dakikalar geçiyor ama sorun çözülemiyor. Sonunda merdiven basamaklarına birer minder koyulup Santana’nın VIP misafirlerini oraya oturtarak olayı bağlıyorlar. Rehber tekrar Santana’nın yanına gidiyor ve olanları anlatıyor. Sanatçı diyor ki “Git onlara söyle, benim misafirlerime kimse saygısızlık yapamaz... Eğer sahneye çıktığımda çocukları en ön sırada, koltuklarda görmezsem tek bir nota çalmam. Sahneye çıkarım, olayı anlatır, veda eder giderim. Tazminat falan da umurumda değil, bedeli ne olursa olsun öderim.”
Konserin başlaması lazım ama bir türlü başlamıyor. Alkışlar, ıslıklar başlıyor. Ve işler karışıyor. VIP bölümünde bir kargaşa var... Bu defa görevliler durumun vahametinin farkında. Çocukların koltuklarında oturanlar tek tek koltuklardan kaldırılıyorlar. En ön orta protokol koltuklarına Santana’nın VIP misafirleri olan Roman çocuklar oturuyorlar... Arkaya “Tamam” diye haber gidiyor, ışıklar açılıyor, sahne aydınlanıyor ve Carlos Santana sahneye çıkıyor… Yer yerinden oynuyor. İlk iş olarak ön tarafa bakıyor, misafirleri yerinde mi diye... Çocukları görüyor, bakıyor ki herkes mutlu… Başparmağını yukarı doğru çevirip VIP misafirlerine bir OK çekiyor. Sonrasında o sihirli parmaklar gitarının tellerine gömülüyor. Açıkhava’da sanki gitarından binlerce beyaz güvercin çıkıyor. Uçuyor, uçuyor, Santana’nın misafirlerinin üstünde sortiler yapıyor (Facebook’tan alınmıştır.).
Ben de size başka bir büyük sanatçıyla ilgili yaşanmış bir öykü anlatayım. Neşet Ertaş usta, yirmi yıldır Almanya’da biraz da ülkesine kırgın yaşamaktadır. Habire ‘Neşet Ertaş öldü’ diye haberler çıksa da o aldırış etmez. Bir gün TRT’de ‘Merhum Neşet Ertaş’ın eseri’ diye tanıtım yapılınca, ‘Olmaz böyle bir şey, hem de devletin kurumunda’ diyerek ülkesine dönerek konserler vermeye razı olur. İstanbul Açıkhava Tiyatrosu’nda ilk konser öncesinde ilgi olağanüstüdür. Aslında kendisi de çok heyecanlıdır. Sık sık ‘Bizim abdallar, Kırşehirliler geldi mi?’ diye görevlilere sorar durur. Hatta gidip sahnenin kenarından gizlice seyircilere bakar. ‘Bizimkiler yoklar. Onlar mutlaka gelmişlerdir de paraları olmadığından içeri girememişlerdir. Onları bulup getirin.’ der. Gerçekten de hemşerileri, yolun karşısındaki çimenlerde oturmakta ve ‘En azından sesini duyalım’ diye beklemektedirler. Konserde oturacak yer kalmadığından, onun çok sevdiği hemşerilerine ancak merdivenlerde yer bulabilirler. Neşet Baba’ya ‘Sizinkiler geldiler, yerlerine oturttuk’ diye haber verildikten sonra, o da muhteşem konserine başlar. Böylece büyük ustanın, kendi ülkesindeki ikinci doğuşu gerçekleşir. Kendisi çocukluğunda ilkokula bile gidemediğinden, eğitime çok önem vermektedir. Bu yüzden olsa gerek üç çocuğunu da Almanya’da üniversitede okutmuştur. Artık onların eğitimleri de bittiğine göre,  konserler sonrasında yeniden ülkesine geri döner.
Ona, devlet sanatçılığı payesi verilmek istendiğinde ‘Ben halkın sanatçısıyım’ diyerek kabul etmemiş. Yaşamı ve sanatı doktora çalışmalarına konu olmuş. İstanbul Teknik Üniversitesi Devlet Konservatuvarı tarafından, 2011’de fahri doktora unvanı verilmiş. Almanya’da yıllarca saz öğretmenliği yapmış, hakkında belgeseller yapılmış, kitaplar yazılmış, araştırmalara konu olmuş. Eserleri, arkasından gelen pek çok sanatçı tarafından, en önemlisi de halkımız tarafından her zaman ve her yerde söylenilir olmuş. Abdallık kültürünün son efsanesi olarak bilinen Neşet Ertaş, hayatta olduğu dönemde “Unesco Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi” kapsamında Kültür ve Turizm Bakanlığınca “Yaşayan İnsan Hazinesi” ilan edilmiş. ‘Bozkırın Tezenesi’, arkasında pek çok eser bırakmış olan bu büyük ustayı, 2012’de kaybettik. Nurlar içinde yatasın Neşet Baba.                                    
İşte onun içindir ki Neşet Ertaş ve Santana gibi sanatçılara, virtüöz, muhteşem, büyük star demeden önce “Adam” diyorlar. Öğretmen, doktor, mühendis, avukat, iş adamı ve şöhret olunabilir. Ancak, gerçek sanatçı olmak öyle herkesin her istediğinde olabileceği bir iş değil. Yürek ister, mertlik ister, mütevazılık ister, bilgi ister, görgü ister, ister de ister…
Prof. Dr. Haldun GÜNER
Sevgiyle kalın....

Gençlerin Analizi

Bir arkadaşım WhatsApp dan göndermiş mutlaka paylaşmam gerektiğini düşündüm. Gençlik haksız değil ve acı gerçekleri yüzümüze haykıran gençlik mi geliyor ne? Dünyayı, ülkesini, yönetimi, koşulları sorgulayan, gözlemleyen, talep eden, düşünen gençliğin pek de çok olmadığını düşünen ben.. (pek umudum yoktu da...İnşallah utanacağım) Şimdi yazıyı paylaşayım.


Ben 21 yaşında bir üniversite öğrencisiyim.

Yazılarınızda sık sık “Gençlik nereye gidiyor?” türünden yakınmalarınız oluyor?

 Gençlik derken herhâlde lise ve üniversite öğrencilerini kastediyorsunuz. Bu durumda ben de nereye gittiğini çok merak ettiğiniz o grubun bir üyesiyim.

Madem bu ülkede yaşayan insanları gençler ve yetişkinler olarak ikiye ayırdınız, ben de siz yetişkinlere bazı sorular sormak istiyorum.

Bir köşe yazarı olarak gençlerin nereye gittiğinden çok, yetişkinlerin nerede durduğuyla ilgilenmeniz gerekmiyor mu?

Ülkenin başını belaya sokan olayların başaktörleri genelde gençler mi, yoksa yetişkinler mi?

Bu ülkede yüz binlerce öğrenci tek bir soru fazla yapabilmek için dirsek çürütürken, birileri sınav sorularını ve sorularla birlikte gençlerin hayallerini çaldı ve geleceğimizi çürüttü. Bu soruları çalanlar lise öğrencileri miydi?
15 Temmuz’u planlayanlar kaçıncı sınıfa gidiyordu?

Milletin yüzüne baka baka yalan söyleyen siyasetçiler hangi üniversitede okuyor?
Sanatçı kimliğiyle her türlü ahlaksızlığı yapanlar ergen mi?

Din adamı sıfatıyla ekranlara çıkıp inancıma ve değerlerime küfredenler kaç yaşında?

Sinemada 7 yaş üstüne uygun olarak işaretlenmiş filmde bel üstüne çıkamayan yapımcılar kaç doğumlu?

Lütfen artık gençliğe laf söylemeyi bırakın da yetişkinlere bakın ve “Sizler bu ülkenin geleceğisiniz!” gibi klişe sloganlardan vazgeçin.
Çünkü sizler bu ülkenin bugünüsünüz. Siz yaşadığınız günü bile kurtaramazken, yarınları kurtarma işini niçin bize ihale ediyorsunuz?

Kimin elinin kimin cebinde belli olmadığı, çarpık ilişkilerle dolu dizilere reyting rekoru kırdıran sizlersiniz. Kan damlayan, şiddet kusan senaryoları siz yazdırıyorsunuz.

Evlilik gibi kutsal bir müesseseyi, evlilik programlarında virane bir gecekonduya dönüştüren yine sizsiniz.

Youtube fenomenlerini seyrediyoruz diye ağlaşıyorsunuz. Ama o fenomenlere film çektirip parayı götüren sizlersiniz.

Siz gece kulüplerinde kavga eden futbolcuları el üstünde tutarken, okul koridorlarında kavga eden öğrencileri disipline gönderemezsiniz.

Bir yandan her türlü rezilliği özgürlük olarak sunan, cinsiyetsiz bir toplum özlemiyle yanıp tutuşan yazarların kitaplarını okurken, bir yandan ailenin öneminden bahsedemezsiniz.

Yetişkinler para hırsıyla sürekli inşaat yaparak şehri betona boğarken, gençlerden geleceği inşa etmelerini bekleyemezsiniz.

Alttan bir sürü dersiniz var, bize üst perdeden ahlak dersi veriyorsunuz!

Size bir şey söyleyeyim mi?

Yeni nesil pırıl pırıl.
Hiçbir sıkıntı yok.
 Asıl sıkıntı, yeni nesle eski nesilleri unutturan yetişkinlerde.

Son iki yılda kaç tane  film çekilmiş ve geçmişimizi anlatıyor.

Kitapçıların çok satanlar rafındaki kitaplardan kaç tanesi gençlere ecdadını sevdirmek için yazılmış acaba?

Siz dedelerinizin emanetine sahip çıksaydınız, biz de yarınları emanet olarak kabul ederdik belki.
Ama şu durumda hiç emanet alacak durumumuz yok!
Kusura bakmayın!
Geçmişini unutturduğunuz bir nesle, gelecekten ödev veremezsiniz!

Bu yüzden aranızda, “Yeni nesil şöyle, yeni nesil böyle!” diye konuşup durmayı bırakın!

“Senin yaşında Fatih İstanbul’u fethetmişti!” diyerek demagoji de yapmayın!
 Evet,
21 yaşındayım.
Ama Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaşta değilim.
Çünkü benim babam II. Murad değil,
hocam da Akşemseddin değil.

https://m.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/salih-uyan/608599.aspx

Sevgiyle kalın..