Sayfalar

30 Eylül 2015 Çarşamba

İslam dünyasındaki kutsal sefalet - Levent GÜLTEKİN


İslam dünyası denildiğinde artık aklımıza gelen ilk şey: Ölüm.
İnsan gibi yaşayacak şehirler kuramadığımız için, o şehirlerde kurallar, değerler, kanunlar oluşturamadığımız için, ritüelleri yerine getirmek amacıyla esaslı organizasyonlar yapacak veyahut o ritüelleri günümüze uyduracak aklı ve zekayı tamamen devre dışı bıraktığımız için her gün yüzlerce insan ölüyor.
Ya hacda ölüyor, ya da Kurban keserken. Ya trafikte ölüyor ya da berbat şartlar altında çalışırken. Ya mezhep savaşında ölüyor veyahut yoksulluktan.
İslam dünyasındaki sefil ruhlu yöneticilerden başka kimsenin işine yaramayan bir din yorumu var elimizde.
Müslümanlar korkaklıklarıyla, tembellikleriyle, akıldan ve düşünceden uzak İslam yorumuyla İslam’ı günümüz dünyasının dışında bıraktı.
Müslümanlar, özü işlevsiz hale getirdi
Bir tarafta gelişen, büyüyen, değişen bir dünya var, diğer tarafta günümüz dünyasının yaşam şartlarıyla çelişen, saygıdeğer bir hayat kurmaya engel olan bir İslam anlayışı var.
Bir tarafta şehirleşen dünya var, diğer tarafta köy hayatına göre yorumlanmış din anlayışı var.
Yaşamayan, gelişmeyen, düşünceyle, akılla yenilenmeyen din, Müslümanların elinde adeta ölüme mahkum oldu. Çürümeye terk edilmiş din, Müslümanların sefaletine de kaynaklık ediyor.
………………..
Asıl kafa yormamız gereken
Tuhaftır, İslam’ı benimseyenlerin, bu sefil tabloyla bir dertleri yok. ……..
Yetersizliğimizi dinle örtüyoruz
……  Dinler, özünde insanlara daha iyi yaşam sağlamak için gelmişken, günümüz Müslümanları insanlıklarını, yaşamlarını, huzurlarını din adına feda ediyorlar.
Peki ne demek istiyorum?
Siyasetteki başarısızlığımızı dinle örtüyoruz.
Mimaride, sanatta, bilimde, teknolojide ve hayata tat ve yenilik katan birçok alandaki geriliğimizi dinle örtüyoruz. 
Yaşanabilir hayatlar kurmadaki yetersizliğimizi dinle örtüyoruz.
İslam ülkelerinin dünyaya kattığı en küçük bir değer yok.
Buradaki akılsızlığımızı, tembelliğimizi dinle örtüyoruz.
 İbadetleri yerine getirecek organizasyonları yapmadaki yetersizliğimizi dinle örtüyoruz.
Üstelik doğan sonuçlara kutsallık atfediyoruz. Bine yakın hacının öldüğü kazayla ilgili “Ne güzel, mübarek zamanda, mübarek yerde öldü mübarek insanlar” diyebiliyoruz! 
Yaşadığımız ülkelerdeki iş kazalarını, akılsızlık, vicdansızlık, tedbirsizlik sonucunda yaşanan felaketlere ‘takdir-i ilahi’ diyerek suçu Allah’a atıyoruz.
Sonra da, “Bu din anlayışı bizim gelişmemizin, insan gibi yaşamamızın önündeki en büyük engel” diyenlere hakaret ediyoruz.
İslam dünyasında ölümü yücelten bir din anlayışı hakim
Ne yapalım, hepimiz, içinde yüzdüğümüz çamura, “Allah’tan gelmiş”deyip kutsallık mı atfedelim?
Eğer Allah’tan geliyorsa, Allah niçin bütün felaketleri, sefaletleri, Müslümanlara gönderiyor? Bu soruya hiç kafa yormayalım mı?
Ne yapalım, günümüz dünyasına uymayan, yerine getirilmesi imkansız olan ritüeller için insanların ölmesine razı mı olalım? Ölelim ama yine de o ritüelden vazgeçmeyelim. İslam bize bunu mu emrediyor?
Ne yapalım, bu dünyada insan gibi yaşamaktan vaz mı geçelim? Ya da cennete gitmenin yolunun sefil bir yaşam sürmekten geçtiğini söyleyenlere boyun mu eğelim?
Mesela her Kurban Bayramında benzer tartışmalar yaşıyoruz.
Kurbanın amacı, özü, paylaşmaktır. “Bu dört günde yoksulluğu ortadan kaldır” demektir.
…………..
Dünya değişiyor. Nüfus artıyor. Nüfus yoğunluğuna göre haccın özüne uygun yeni yorumlar, yeni yöntemler geliştirmemiz gerekmiyor mu?
Kör bir inatla, “Ölelim ama bu ritüeli asla değiştirmeyelim” mi diyeceğiz?
Günümüz dünya şartlarına göre tıkanıklığı aşacak, sefil görüntüleri ortadan kaldıracak yeni yorumlar yapmak İslam’a aykırı mıdır?
Yaşamı değil, ölümü yücelten bir din anlayışı hakim İslam dünyasında. Bunun neden olduğu felaketleri görmemek için daha ne kadar direneceğiz?
Müslümanlar olarak hepimiz yaşayan ölüleriz
Böyle bir din anlayışı hakim olduğu için Müslümanlar yaşanabilir şehirler kuramıyorlar. Bunun için yaşatmayı öncelik edinen organizasyonlar yapamıyorlar. Bunun için hukuka, mühendisliğe, üretmeye, yaşatmaya öncelik vermiyorlar.
Böyle bir anlayış olduğu için değerler, sistemler oluşturamıyorlar. Bu anlayışa teslim oldukları için daha iyi bir yaşama kafa yormuyorlar.
Din uğruna bu çamurun içinde yaşamaya daha ne kadar devam edebiliriz? İslam dünyasından insanların huzur için oluk oluk batıya göç ettiğini daha ne kadar görmezden gelebiliriz?
Esasında Müslümanlar olarak hepimiz yaşayan ölüleriz. Çünkü bu topraklarda hayatımızın bir değeri yok. İnsanlığımızın bir kıymeti yok. Ölüm daha değerli olduğu için huzurun, ahlakın, dostluğun, nezaketin, bilginin şahsiyetli olmanın… kısacası insan gibi yaşamanın değeri yok.
Hayatımızı çürüten, insan gibi yaşamamıza engel olan bu anlayışı değiştirip İslam dünyasına kabul ettirme şansımız yok. Bari bu anlayışa mahkum edilmiş dini, hayatımızın odağı yapmaktan vazgeçelim.

Bunu yapmazsak kutsallık atfedilen bu çamur deryasında sefil bir şekilde yaşayıp öleceğiz
http://www.diken.com.tr/islam-dunyasindaki-kutsal-sefalet/

yazının devamını Suudi Arabistan öncülüğündeki Yemen katliamından bir haberi de paylaşayım. Tamamen kadınların ve çocukların olduğu düğün evine müslüman ittifakı saldırıyorlar (Allahu Ekber nidalarını hayal etmemek mümkün değil) 131 ölü. Durmak yok, yola devam...
http://www.radikal.com.tr/dunya/yemende_dugun_katliami_131_olu-1441870
Sevgiyle kalın..

29 Eylül 2015 Salı

Maydanozlu erişte

Slm,

Sevgili arkadaşlarım, saygı değer binlerce blok takipçilerim! az özce sitemde şöyle bi göz gezdirdim ve dehşete düşesim geldi, bu paragrafı yazma gereği duydum. Erişte aşkına tutulduğum günlerde arkadaşıma "kavunlu erişte yapmayı düşünüyorum" dedim. Bana bi bakış fırlattı ve ben o saliselik  bakıştan saatlik cümlelerin hepsini gördüm ve "şimdilik" kavunlu erişte parlak fikrimden vazgeçtim. Ard arda bu kadar erişteyi görünce şimdilik doğru karar verdiğim kanaatindeyim. Paniğe kapılma nedenim ise  acaba.....acaba.... yoook canııııım... Sevgiyle kalın..

eriştenin sosunu hazırlamak tamamen size kalmış, sade de olur istediğiniz her bi çeşit meyve-sebzeden de. Deneyin, güzel lezzetler yakalayabilirsiniz.

Malzemeler:

1 demet maydanoz
1 su bardağı süt
1 diş sarımsak
4 yumurta köy yumurtası küçüktü, (orta boy 3 yeterli olur),
Tuz
Aldığı kadar un

Yapılışı: Maydanozları ayıklayıp yıkadıktan sonra + sarımsakla birlikte,  1 su bardağı sütle rondodan geçirin. Tamamen parçalayın, sıvı bir karışım elde edin diğer malzemeleri ekleyerek  katı pürüzsüz bir hamur hazırlayın.  Hamuru 10 dk dinlendirin ve kalınca yufkalar açın. Yufkayı keserken yapışmaması için teflon tavada kısık ateşte hafif kuruttuktan sonra kesiyorum, ancak çok kurutmamak gerekir aksi halde keserken kırılır. Kestiğiniz erişteleri bez veya sini üzerine serin kuruduktan sonra (ben 3-4 gün bekledim, ara sıra karıştırdım) bez torbalarda saklayın.







Afiyet olsun

Pancarlı (kırmızı) erişte

Slm,

eriştenin sosunu hazırlamak tamamen size kalmış, sade de olur istediğiniz her bi çeşit meyve-sebzeden de. Deneyin, güzel lezzetler yakalayabilirsiniz.

Malzemeler:

1 kırmızı pancar (2 ad fazla geliyor)
2 su bardağı süt
1 diş sarımsak
5-6 yumurta köy yumurtası küçüktü, (orta boy 4-5 yeterli olur),
Tuz
Aldığı kadar un

Yapılışı: Pancar+sarımsak+2 su bardağı sütü pıhtı kalmayacak şekilde rondodan geçirin,  diğer malzemeleri ekleyerek  katı pürüzsüz bir hamur hazırlayın.  Hamuru 10 dk dinlendirin ve kalınca yufkalar açın. Yufkayı keserken yapışmaması için teflon tavada kısık ateşte hafif kuruttuktan sonra kesiyorum, ancak çok kurutmamak gerekir aksi halde keserken kırılır. Kestiğiniz erişteleri bez veya sini üzerine serin kuruduktan sonra (ben 3-4 gün bekledim, ara sıra karıştırdım) bez torbalarda saklayın.







Afiyet olsun...

Domates+kırmızı biberli erişte

Slm,

bu yıl çeşit çeşit sağlıklı erişte yapmaya karar verdim. Geçen yıl yapmayınca bayağı özledim. Siz de bu lezzete alışınca vazgeçemeyeceksiniz...

Malzemeler:

1,5 su bardağı  domates+kırmızı biber sosu (2 orta boy domates + 1 etli  kırmızı biber (modern adı cappy :) ve 1 diş sarımsak-tercihen-)
1/2 su bardağı süt
5 yumurta köy yumurtası küçüktü, (orta boy 3-4 yeterli olur),
Tuz
Aldığı kadar un

Yapılışı: Domatesin kabuklarını soyun + kırmızı biber ve sarımsakla birlikte sulu bir sos elde edene dek rondodan geçirin. Sosunuzda pıhtı kalmasın. 1,5 su bardağı sosa yarım su bardağı süt ekleyin, ölçü  toplamda 2 su bardağı olacak. 2 su bardağı sosa yumurta ve diğer malzemeleri ekleyerek  katı pürüzsüz bir hamur hazırlayın. Una özellikle ölçü vermedim sosun akışkanlığı ve yumurtanın iriliği un oranını değiştirecektir. Hamuru 10 dk dinlendirin ve kalınca yufkalar açın. Yufkayı keserken yapışmaması için teflon tavada kısık ateşte hafif kuruttuktan sonra kesiyorum, ancak çok kurutmamak gerekir aksi halde keserken kırılır. Kestiğiniz erişteleri bez veya sini üzerine serin kuruduktan sonra (ben 3-4 gün bekledim, ara sıra karıştırdım) bez torbalarda saklayın.



Sosu hazırlamak için iyiiice rondodan geçirin.
Hamurun kurumaması için üzerini nemli bezle örtün.





Afiyet olsun...

Volkswagen skandalı Türkiye'de olsa ne olurdu ?



SKANDAL NASIL ORTAYA ÇIKTI? 
VW’nin dizel motorlara yerleştirdiği, çevreye ve sağlığa zararlı egzoz gazı değerlerini düşük gösteren aletin adı “Electronic Diesel Control 17”. Gizli bir bilgisayar yazılımı. VW’nin skandalı nasıl ortaya çıktı? ICCT adlı Uluslar arası çevre vakfında görevli Berlinli kimyager Peter Mock, Almanya’nın ABD için ürettiği otomobillerin Avrupa’dakinden çok daha temiz ve çevreye uygun olduğu görüşünden hareketle test yapmak istedi. ICCT, West Virginia Üniversitesi’ne 2014 Mart’ında görev verdi. Bir profesör, bir mühendis, iki öğrenci ve bir üniversite çalışanından oluşan 5 kişilik bir araştırma grubu kuruldu. Grup, elektrikli süpürgeye benzeyen, İki ölçüm aletinden oluşan, jeneratörlü ve hortumlu aleti aracın bağajına yerleştirerek, test için trafiğe çıktı. Araçlar 4 bin km trafikte kullanıldı. Egzoz gazının Avrupa’dakinden daha temiz olduğu düşüncesinden hareket eden araştırmacılar, tam tersi bir sonuçla karşılaştı..... VW değerlerin yüksek olmasına teknik bir sorunun neden olduğunu gösterdi ve Jetta, Golf, Beetle, Audi A3 model 482 bin aracı egzoz servisi adı altında tamire çağırdı. Ama araçlarda herhangi bir değişiklik yapılmadı. 3 Eylül 2015’te VW, Amerikan Çevre Ajansı’na dizel motorların yazılımında manipülasyon yaptığını itiraf etti.

Türkiye'de olsa (ilgili modellerin Türkiye'ye satılıp satılmadığını araştırmadım);
1- Volkswagen araştırmayı yapan vakfa yüklü miktarda  bağış! yapardı 
2- Siyasiler ilgili vakfı böyle haddini bilmez bir araştırma yaptığı için anında "terör örgütü kurmak veya üye olmak" suçu nedeniyle tüzel kişiliğini iptal/kapatma kararı gerekli mercilere anında  aldırırdı,
3-İlgililer bağış!tan hak-helal- alın teri kazancını alır ve çeşitli vakıflara yardım yapılırdı,
4- Çifte/lüx araç sahibi olanlar olurdu,
5- Vatandaş da benim aracım çevreyi az kirletiyor diye geziniverirdi. 
6- Sessiz sedasız herşey halledilirdi.
Ne gerek vardı bu kadar ortalığı karıştırmaya..........
Ne olacak şimdi VW ve hayallerimize?

Sevgiyle kalın..

18 Eylül 2015 Cuma

Size yakışanı üstünüzden çıkarmayın! - Umur TALU



18 Eylül 2015 Cuma, 01:40:22 

Bize yakışan nefret dilidir.
Bolu’da “Kürt işçiler”e linç girişimini engellemek için “olay yeri”nde konuşan, sonra “saldıranlar adına onlardan özür dileyeceğim” diyen baba yanlış yapmış.
Bize yakışan; bir pusuda nefret kurşunları sıkmak, bir askerin ensesine sıkmak, dünyanın kahpelik kabul ettiği mayınları kullanmaktır.
Bize yakışan; bir halka, her halkı aşağılayarak “Siz Ermeni’siniz” diye bağırmak, sünnetli teşhislerine dalmak, “katliam” istemek, milletvekili iken bile ölümle tehdit etmek, vurulan çocukların annelerini yuhalatmak, gazetelere dergilere“hepinizi ezeceğiz” diye köpürmektir.

***

Bize bir “şehit babası”nın “Hepimiz kardeşiz” feryadı yakışmaz.
Bize “kardeşini boğmak” daha münasip kaçar.

Bize bir “şehit anası, babası”nın “Hani barış olacaktı” isyanı yakışmaz.
Bize o ana babaya “karaktersiz” demek yakışır.

***

Bize “sıvasız hanelerin çocukları”nın dağın iki yanındaki düşüşü üzerine düşünmek bile yakışmaz.
Bize efendilerin, ağaların, beylerin, otoritelerin kendi çocuklarını kollayıp yoksul çocukları kırdırdığı düzeni kutsamak yakışır.

***

Bize “Sizin çocuklar nerede peki?” diye sorgulamak yakışmaz.
Bize “Allah sizin çocuklara gani gani ömür versin; bizimkilerin 5’i de şehit olabilir”diye boyun eğmek yakışır.
Bize yoksul çocuklara tabut, efendilerin mahdumlarına kasa, kutu imal eden bir çarkı kurcalamak yakışmaz.
Bize o çarklara daha çok kan, daha çok ter, daha çok acı taşıyıp ağaların hayrına daha hızlı döndürmek yakışır.

***

Bize asker veya polis, insan haklarımızı, haysiyetimizi, çocuklarımızın hukukunu talep etmek yakışmaz.
Bize boyun eğmek, boyun eğdirmek, kendi hayatını unutup başka hayatlara nefretle dolmak yakışır.

***

Bize hayatı, barışı, siyaseti, başka hayatları da gözeten mücadeleyi seçmek yakışmaz.
Bize yola mayın döşemek, enseye kurşun sıkmak, karısının yanında bir askeri, kızının yanında bir polisi vurmak yakışır.

***
Bize başka insanların da dini, mezhebi, dili, kimliği, kişiliği, hürriyet ve hakları olduğunu kabul etmek yakışmaz.
Bize onların inancını, aidiyetini, varoluşunu aşağılamak yakışır.

***

Bize çocukları ayırmamak, her kim vurdu ise, her çocuğu kalbimize almak yakışmaz.
Bize ölü çocukları dahi çekiştirmek, parçalamak, lime lime etmek, tabutlarını bile bir ötekine düşman saymak, bir ötekine vurmak yakışır.

***

Bize “kimse böyle ölmesin” demeyi bilmek, ısrarla barışı, hayatı kutsamak yakışmaz.
Bize kendisi bedelli ayarlarken “şehitler ölmez” diye ölüm bağırmak yakışır.

***
Bize “faili meçhuller”le binlerce insan kaybedince bu kahpelikten kökten nefret, kime yapılırsa yapılsın öfke yakışmaz.
Bize katilleri, kahpelikleri, pusuları, infazları tasnif edip ayırmak yakışır.

***

Bize bir askerin hayattayken, çoluk çocuğuyla maruz kaldığı eziyeti sorgulamak yakışmaz.
Bize o ancak “şehit” olunca tabuta bayrak sarıp sıvasız bir haneyi “kutsallıkla”sıvayıp sonra onları unutarak sıvışmak yakışır.

***

Bize herkesin haysiyetini, hakikatini, hakkını teslim etmek yakışmaz.
Bize yerdeki işçiyi tekmelemek, esas duruşta esaslı duramayan gazinin vurulmuş platinli ayağını tekmelemek, acılı insanlara tokadı yersin diye söylenmek, nefret kusan kim varsa onları pohpohlamak yakışır.

***

Bize, vallahi anladığım odur ki, sarılmak yakışmaz.
Bize yarılmak yakışır; ille sarılacaksan, gırtlağa sarılmak çok yakışır.
Bize yakışan ne varsa üstümüze zaten yapışır.

Bize onları sıyırmak, onlardan sıyrılmak hiç yakışmaz!
                                                                         Umur TALU

Eyy baba yiğitler...Bu acı kaç richter hissediyor musunuz?


Çok düşündüm insanın içini acıtan bu görüntüleri paylaşıp paylaşmama konusunda. Paylaşıyorum  kararsızlıkla.
Şehit Mehmet Turhal.
Anne-babaya en büyük beddua  "çocuğundan sonra ölesin" demekmiş.
Ailesine dünyalarını başına yıkacak veya dünyada cehennemi yaşayacakları, acısını düştüğü yerin yaktığı ve onların anlayabileceği, tarifi imkansız acı,  büyük travma...
Annenin-babanın duydukları karşısında geçirdiği şok, annenin oturduğu yerden fırlaması, Yarabbim sen yardım et bu analara.
Duymuş mudur o ana-baba oradaki yetkilinin şehitlik mertebesinden bahsedişini, yüceliğini anlatmasını,  okuduğu kuranı duymuş mudur?
Acılı aileler medyada açıklanan "geniş çaplı operasyonlar başlatıldı?  şu kadar terörist öldürüldü? (kana kan, dişe diş, öcümüzü aldık, kanınız yerde kalmadı mı denmek isteniyor?) açıklamaları yapılınca acıları hafifliyor  mu?
Kaldı ki yetkili ağızlardan o kadar çok seri yalanlar duyduk ki ..... inanacak mıyız?
Yorulmadınız mı bunları duymaktan, zekanızla alay edilmesinden....

İkinci fotoğraf..... bir başka  sözün bittiği yer....

Savaşacaklar savaş kararı verenlerin evlatları olsa idi dünyada savaş olur muydu?

Evlatlar ölür, babalar ölür, eşler-kardeşler-abiler ölür, ...
gerçekten "şehitler ölmez mi"?
Bakın yakın tarihimize.....?
Hatta önümüzdeki günlere......?
Kimler nasıl ağıt? yakacak şehitlerimize....

Kefen giyenler,
beni de askere al diyenler,
biz şahadet şurubunu içmeye hazırız diyenler,
savaşa devam diyenler
Allah için  buyurun..... "ölmeyen şehitliğe",
kurutmayın fidanları, ocakları...

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/370689/Vicdansiz_sov.html


17 Eylül 2015 Perşembe

Doğu illerinde bütçe harcamaları


2015'in ilk altı ayında aşağıdaki illere bütçeden yapılan her 100 TL’lik harcamanın; 

Tunceli'ye yapılanın 59 TL’si,

Hakkâri’ye yapılanın 64 TL’si,

Şırnak’a yapılan harcamanın 55 TL’si,

 Bingöl ve Siirt’e yapılan harcamanın yaklaşık 40 TL’si 

savunma, kamu düzeni ve güvenlikle ilgili oldu.

Dikkat ediniz bu oranlar Temmuz öncesi yani henüz operasyonlar başlamadan önce yapılan harcamaların oranı,

operasyon sonrası oranların (2015 ikinci altı aylık dönem) tavan yapmaması muhtemel mi? 

Eğitim, sağlık hizmetleri ne durumda? var mı? ne kadar var?  kimlerin kazandığı/kaybettiği de ortada...........

Sebebi ne olursa olsun sizce bu savaş! (rant) biter mi?

Sevgiyle kalın...

Kahraman ?


Sevgiyle kalın...

16 Eylül 2015 Çarşamba

Al gözüm seyreyle ihtişamı!

Slm,

Selahattin Duman'dan tespitler...

Sarayına bakıp " Vay be... Ne büyük devlet" diye düşünenler ve düşünüldüğüne inanlar. Daireleri, uçakları altın kaplama olan mütevazi zihniyetler..
Bu makale sizlere ithaf olunur...




Sevgiyle, sadelikle kalın...

Kahvaltılık sos - Kışa hazırlık 2

Slm,

bu yıl yaptığım sos geçen yılkinden biraz daha farklı oldu.  http://aynurunaynasi.blogspot.com.tr/2013/09/ksa-hazrlk-kahvaltlk-sos.html 
Kayıt altına almak istedim.
Domatesleri rendelemiyorum, kolay, lezzetli, pratik, bol besleyici bir tarif. Deneyin şimdiden afiyet olsun.

Malzemeler:

10 kg domates
1 kg kırmızı biber
1 kg yakın yeşil biber
1/2 (1 kg da olabilir) patlıcan
4 iri soğan
3 baş sarmsak
kimyon
nane
kekik
zencefil
tuz
1- 1,5 su bardağı zeytinyağı
acı biber (tercihen)

Yapılışı:

Soğan ve zeytinyağını karamalize edin, küp küp doğradığınız yeşil ve kırmızı biberleri ekleyin ve soteleyin  (terletin derler ya öyle), sarmsakları, acı biberi de ekledikten sonra en son domatesleri de ekleyin, ben domatesleri rendelemiyorum doğruyorum. (Kendime önemli not: daha önceki yıllarda kaynadıktan sonra suyunu süzmek zorunda kalıyordum bu yıl domatesi sini üzerinde doğradım ve suyunu eklemedim ve süzmeye gerek kalmadı, kıvamı gayet iyi oldu, direkt kavanoza aktardım) Tuzunu ekledim yarım saatten fazla kaynadıktan sonra blenderden geçirdim, kimyon, kekik, nane, zencefil ekledim ve yaklaşık 5-10' kaynadıktan sonra sıcağına kavanozlara doldurup sıkıca kapaklarını kapattım ve kalın örtüyle sardım. Veee hazır. (daha önceki yıllarda soğanı karamalize etmeden ve biberleri kavurmadan direkt tüm malzemeler birlikte pişiriyordum artık o şekilde yapmayacağım bu tarifimdeki gibi yapacağım).



Domateslerin suyunu sosa eklemedim, domates çorbası yapabilirsiniz.


Afiyet olsun
Sevgiyle kalın

11 Eylül 2015 Cuma

Eflatun'dan İnciler



Eflatun'a iki soru sormuslar. 

Birincisi ; 

"Insanoglunun sizi en çok sasirtan davranışları nedir ? " Eflatun tek tek siralamis :


- Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarini özlerler... 

- Para kazanmak için saglıklarını yitirirler. Ama saglıklarını geri almak için de para öderler... 

- Yarından endişe ederken bugünü unuturlar.Dolayısıyla ne bugünü ne de yarını yaşarlar... 

- Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler...

Sira gelmis ikinci soruya ;

 "Peki sen ne öneriyorsun?" Bilge yine siralamis ; 


- Kimseye kendinizi "sevdirmeye" kalkmayın! Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi "sevilmeye" bırakmaktır... 

- Önemli olan; hayatta "en çok seye sahip olmak" değil, "en az şeye ihtiyaç duymaktır"..

Eflatun (Platon)  MÖ: 427 - 347 yıllarında yaşamış filozof.  Bu tespitler MÖ yapılmış, düşünün bir arpa boyu yol gidememişiz yüzyıllardır ....

Sevgiyle kalın...

Bir annenin çaresiz çığlığıı: Kan emicilere, zalimlere kulak vermeyelim

Cizre'ye Yürüyen Anne: Biz Kardeşiz, Birbirimizi Öldürmeyelim

9 Eylül 2015 Çarşamba

Ocakta kek, tencere kek, fincan kek

Slm,

ne desem bu tarife bilemedim, siz hangi ismini severseniz o... Normal kek hamurundan yaptım. Gayet iyi kabarıyor, fırındaki keki tutar mı bilemedim (herkesin damak lezzeti başka) ama deneyebilirsiniz. Bu tarif fırını olmayan üniversite öğrencilerimiz için bir numara bir kek. ben kakao eklemedim ve kekin üzeri kızarmadığı için görüntü çiğ gibi oldu o nedenle aşağıdaki tarife kakao ekledim.

Malzemeler:
 Not: Mevcut kek hamuru çok fazla olacaktır. Tam ölçü vermedim ben fırın kekimin miktarından biraz tabiri caizse çaldım.
2 yumurta
1 su bardağı yoğurt
1 su bardağı şeker
1/2 su bardağı sıvıyağ
2 su bardağı (bazen + yarım bardaktan az un eklemek gerekebilir)
1 paket muzlu puding
1 kabartma tozu
1 vanilya (isteğe göre)
Kakao (bence olmazsa olmaz)

Yumurtaları iyice çırpın, yoğurt, şeker, sıvıyağı ekleyerek çırpmaya devam edin. Muzlu puding, kakao + unu ekleyin ve iyice karıştırın. Vanilya ve kabartma tozunu mikserin en düşük ayarında çırpın. 3 adet fincanın yarısına kadar hamuru ekleyin (hatta tam yarılamayın) ve tencereye yerleştirin. Tencereye fincanların yarısına yakın su ekleyin ve kapağını sıkıca kapatın. Tariflerde üzerine ağırlık koyun (hava almaması için) diyor ben azıcık! abarttım ama ağırlık olmasa bu kadar iyi kabarır mı bilemem. Afiyet olsun
 tencerenin içine su eklemeyi unutmayın

 Kapağı sıkıca kapatmak için ince bir havlu kullandım.

 Üzerine ağırlık ekledim, tabi birazcık abartarak ama resmi özellikle silmedim ki fındık yağımızın reklamını yapayım diye.... Kekin pişmiş hali aşağıda. afiyet olsun

Sevgiyle kalın

Huzur İslam'da.....

Slm,

kızmayın, bağırmayın, sinirlenmeyin
oturup düşünün

Sevgiyle kalın...

Zülfü Livaneli'nin yazısı (Ülkemde barış-savaş-kaos üzerine)

Zülfü Livaneli  Suruç katliamı sonrasında Ağustos ayında yazmıştı aşağıdaki yazıyı başlık yok ben; "Ülkeyeme cehennemi yaşatmak" mı demeliyim bilemedim;

Mecelle’nin önemli bir kuralı olan “ehemmi mühimden ayırmak” becerisini gösteremeyiz.
Bütün genellemeler gibi bu genellemeyi de haksız çıkaran akıllı insanlar var bu ülkede ama ne yazık ki savaş borazanları öterken, flütlerin sesi pek duyulmaz. Çok gürültü çıkaran boş tenekelerin sesi daha yüksek çıkar.
Son ayların siyasi gelişmelerini; en basit, en yalın biçimde nasıl anlatırım diye düşündüm ve izninizle popüler kültürden yararlanmaya karar verdim.
Bir film sahnesi...
Gözümüzün önüne bir film sahnesi getirelim: Bir arka odada poker masası kurulmuş, herkesin önünde kâğıtlar, fişler... Oyunun sonuna doğru gerilim iyice yükseliyor. Patron olduğu belli iri yarı adam epey yüksek bir pey sürüyor ortaya, herkese rest çekiyor. Bazı oyuncular çekiliyorlar. Oyuna yeni giren genç bir adam ise resti görüyor. Elindekileri ortaya sürüyor. Herkes nefesini tutmuş, kâğıtların açılmasını bekliyor.
Bu arada patronun adamlarının elleri silahlarında. Odada tehdit edici bir hava var. Sonunda eller açılıyor ve şaşırtıcı biçimde patronun kaybettiği, genç adamın ise kazandığı görülüyor. Herkes şaşkın şaşkın birbirine bakıyor, çünkü bu duruma hiç alışık değiller.
Patron nasıl kaybeder? Böyle bir durum kabul edilebilir mi? Odadakiler kuşku içinde iri yarı patrona bakıyorlar ve beklenen tepki gecikmiyor. Patron dehşetli bir hamleyle masayı deviriyor; pullar, paralar, kâğıtlar dağılıyor. Adamları silahlarını çekip ortalığı daha da karıştırırken, patron “Oyun tekrarlanacak’” diye bağırıyor. “Yeniden kurun masayı.’’ Bir iki kişi itiraz edecek gibi olunca, silahlar ateşleniyor, ortalık kan gölüne dönüyor. Bu arada bazıları da başka bir odaya çekilip, olan bitenin hiç farkında değilmiş gibi, acaba bir orta yol bulabilir miyiz, acaba ortak davranabilir miyiz diye laf olsun torba dolsun kabilinden uzun görüşmeler yapıyorlar. Durumu anlayan insanlar ise bu oyunun kurallarının olmadığını, patron kazanana kadar hep tekrar edileceğini anlıyorlar. Patronun yeni oyundaki hedefi; genç adamı oyun dışı bırakmak.
Kuralsız oyunlar
Bu ülkede ne yazık ki oyunlar kuralsız oynanır. Çünkü iliklerimize kadar işlemiş bir otorite anlayışımız var. “Zor oyunu bozar” ya da “Emir demiri keser” sözlerini hangi gelenek yaratmış acaba? Ya “Gelen ağam, giden paşam” sözünü?
Bir örnek vereyim: Devrik padişah Abdülhamit, Beylerbeyi Sarayı’nda “ihtilattan men edilmiş” biçimde yaşarken, ona dışarıdan haberler getiren askeri doktoru, 1917 yılında bir gün Rusya’da ihtilal olduğunu aktarıyor. Abdülhamit buna inanamayacağını söylüyor; yalandır, tek taraflı barış yapmak için göstermelik bir ihtilaldir, diyor. Doktor sebebini sorunca, padişahın verdiği cevap çok ilginç: “Dünyada iki millet vardır ki başlarında bir çoban olmadan yaşayamazlar. Ruslar ve Türkler.”
Acaba tarih padişahı haklı mı çıkarmakta? Rusların sarayda çok nüfuzu olan papaz Rasputin’den yüz yıl sonra gele gele Putin’e varmaları rastlantı olabilir mi? Ya Türkiye’nin, monarşinin yıkılışından yıllar sonra tekrar sultanlık özlemini saklamayan bir siyasetçiye yüzde 52 oy vermiş olmasına ne demeli?
Denetim ve denge
Bir Anglosakson modeli olan “demokrasi kurum ve kuralları” bizim gibi ülkelere uygulanamıyor mu yoksa? Demokratik rejimin olmazsa olmazı; denetim ve denge (checks and balance) ilkesi bizim gibi ülkelerde işlemiyor mu? Yasama, yürütme ve yargının tek kişide toplandığı bir rejime demokrasi denilebilir mi? Sadece sandığa indirgenmiş bir rejim, seçilmiş krallar yaratmaktan başka bir işe yarar mı? George Washington’un dediği gibi “yöneticileri anayasanın çarmıhına germek” güvencesi bize uygulanabilir mi? Yoksa “Anayasa da neymiş ulan?” diye narayı basan mı kazanır?
Kanlı oyun
Kendimizi kandırmayalım. Şu anda gırtlağına kadar yolsuzluğa, hırsızlığa, hukuksuzluğa, şiddete, kuralsızlığa batmış, uçurumun kıyısına gelmiş bir ülkeyiz.
Sonucu hoşa gitmeyen seçimleri tekrarlamak, “Seni başkan yaptırmayacağız!” diyen ve sözünü tutan HDP’yi dışlamak, küçük düşürmek, yok etmek, böylece sultanlık için gereken Meclis çoğunluğunu elde etmek için kanlı bir oyun oynanıyor.
Her zaman olduğu gibi bedeli yine masum, iyi niyetli, garip çocuklarımız ödüyor. Suruç’ta “her biri cihan parçası” evlatlarımız parçalanıyor, gencecik askerlerimiz, subaylarımız, polislerimiz “hayın tuzaklarda, kan uykularda” can veriyor ve ne yazık ki Türkiye bir iç savaş ortamına çekiliyor. Amaç ne: İktidar, sadece iktidar. Asyalıların asırlardır söylediği gibi “kaplanın sırtına binen oradan inemez”. Çünkü inerse kaplan parçalayacaktır onu. Bu yüzden ömür boyu orada kalmaya mahkûmdur.
Türkiye’deki siyaset oyunu bu kurala göre işliyor. AKP’nin iktidar yılları öylesine anayasa ihlalleriyle, öylesine suçlarla dolu ki hesap vermemek için her şeyi göze almış durumdalar. Bu yüzden masayı dağıtıp, ortalığı kana boğuyorlar. Koalisyon görüşmeleriyle de göz boyuyor, zamanın dolmasını bekliyorlar.
Emir demiri kesince...
Bizim gibi ülkelerde hiçbir siyasi analiz, liderin psikolojisi ve oyun planı hesaba katılmadan yapılamaz / yapılmamalı. Çünkü yanlış çıkar.
Bu ülkeyi yerleşik kurallar ve kurumlar yönetmiyor, emir demiri kesiyor. Hep birlikte düşünelim: Yeni seçilen bir Fransız Cumhurbaşkanı, “Ben başkanlık makamını Elysee’den taşıyorum. Keyfime göre muazzam bir saray yaptırıp oraya geçiyorum” diyebilir mi? Otel değiştirir gibi Cumhurbaşkanlığı makamını değiştirebilir mi? Bir Amerikan başkanı “Beyaz Saray’ı beğenmedim, kendime yeni bir saray yaptırdım” dese Amerikan kurumları aval aval seyredebilir mi? Gerçekten kendimizi kandırmayalım? Ne kadar acı olursa olsun, gerçeğin gözünün içine bakmakta yarar var.
Türkiye’de olup biten her şey bir “seçilmiş kral”ın iradesine göre şekilleniyor. AKP’nin CHP’yle yürüttüğü sözüm ona koalisyon görüşmeleri de Erdoğan’ın isteğine uygun olarak, süre doldurma amacına hizmet ediyor. Laf olsun torba dolsun misali, CHP dış politika, terör, ekonomi, eğitim vs. gibi konulara ait düşüncelerini (yani basılı programını) anlatıyormuş, AKP’liler de sessizce not alıyormuş. Tiyatronun böylesine “amatör” bile denmez. CHP’nin daha başta AKP’ye söylemesi gereken şuydu: “Sorumlu bir parti olarak ülkeyi hükümetsiz bırakmamak için sizinle görüşürüz ama önce vesayet altında olmadığınızı ispat etmeniz gerekir. Bunun da ilk şartı yolsuzluk, TIR’lar, Uludere gibi dosyaların ele alınması ve Meclis soruşturmalarının, yargılamaların başlamasıdır. Bunu yapmadığınız sürece rüştünüzü ispat etmiş sayılmazsınız.” Ama ne yazık ki iktidar ortağı olmaya hevesli bazı CHP yöneticileri, göle maya çalar misali, ya tutarsa diyerek, “avara kasnak” görüşmeleri devam ettirerek kamuoyunu oyaladılar ve başkan babanın “İşte görüyorsunuz, hükümet kurulamadı” diyerek ülkeyi erken seçime götürmesinin bahanesini oluşturdular.
‘Baba’nın planları!
Başkan babanın birinci planı erken seçime götürmek. Kendi deyimiye “tekrar seçim” yaptırmak. (Ne demek tekrar seçim? anayasada ve seçim kanununda böyle bir tanım var mı?) İkinci plan ise erken seçim ortamına, seçmenin korku içinde gitmesi. Seçmen kitlelerine “Bak ülke perişan oldu, hadi yine istikrar sağlamak için babamıza sığınalım” dedirtmek. Ve HDP’yi tırpanlayarak, “Seni başkan yaptırmayacağız” sözünü yalatmak. Kan bu yüzden dökülüyor, ocaklara bu yüzden ateş düşüyor.
Bu ülkeyi gerçekten seven yurtseverlere düşen görev, akıllı olmak, durumu iyi değerlendirerek kan tuzaklarına sürüklenmemek, kutuplaşma şehveti içinde “Yaşasın ölüm” çığlıkları atmamak ve her şeye rağmen barışı, insanlığı, kardeşliği savunmaya devam etmek.
Asıl sorumlu
Şimdi bazı okurların can alıcı soruyu sorduğunu duyar gibiyim: “İyi ama PKK bu kadar adam öldürürken barış nasıl savunulacak? Bu saldırılara cevap verilmeyecek mi?” Haklısınız; hiçbir devlet silah bırakmaz ve şiddeti ezmek için şiddet kullanır. Ama buradaki soru şu:
Acaba bu eylemleri kim yapıyor, niçin yapıyor? Demirtaş’ın “kirli” diye nitelemekten çekinmediği eylemlerin asıl sorumlusu kim?
Suruç katliamında bütün öfke IŞİD’e yönelmişken, boğayı kendi üzerine çekmek için kırmızı pelerin sallar gibi hedef şaşırtmaktan başka bir anlamı olmayan biçimde, iki polisimizi uykularında kurşunlamak hangi amaca hizmet ediyor?
PKK yöneticilerinin Demirtaş’ı eleştiren ve son olarak, parlamentodan vazgeçin anlamına gelircesine “Halkın içine, köylere çekilin” açıklaması, hangi iradenin işine geliyor? TBMM’de 80 milletvekili ile sesini duyurmak, köylere çekilmekten daha iyi değil mi? Başbakan yardımcısı niçin Demirtaş’ı, Öcalan’a ihanet etmekle suçladı, Brütüs dedi? Neden dolayı “Öcalan milli çizgide ama HDP değil” diyorlar, kısacası Öcalan’a bayılan iktidar odakları niçin HDP’yi şeytanlaştırmaya çalışıyor.
Niçin?
Unutulmasın ki; yüzde 6 civarında oya sahip olan HDP’yi parti olarak seçime sokmak, onları baraj altında bırakma, böylece AKP’ye başkanlık konusunda yeterli çoğunluğu sağlama girişimiydi.
Ama hem konjonktür, hem de HDP’nin ön plandaki yüzlerinin yürüttüğü sempatik propaganda ve “Türkiyelilik” vurgusu, yüzde 13 başarı getirerek oyun planını bozdu. Şimdi geri alınmak istenen budur. Kan bu yüzden akıyor.
Ve bu kargaşada kim kiminle ortak, kim kimin değirmenine su taşıyor, anlamak çok zor. Her şey gördüğümüzden ibaret değil.
Siyaset sözlüğünde merhamet maddesi yoktur. (Unutmayalım ki ABD Pearl Harbour baskınını önceden haber aldığı halde önlemedi; sırf Japonya’ya misilleme yapabilmek amacıyla Japon uçaklarının onca Amerikalıyı öldürmesine, gemilerini batırmasına izin verdi. Yani oyun içinde oyun oynanır ve sıradan yurttaş olarak bunları bilmemiz çok zordur.)
Son söz
 Laik, demokrat, kardeşçe yaşanan, barış içinde bir Türkiye’yi özleyen herkesin çok dikkatli olması gerektiği, oyun içindeki oyunları anlaması, birbirini uyarması gerektiği kanısındayım. Çünkü siyasetin elindeki en büyük koz, provokatif eylemlerle, manşetlerle kandırabileceği halk kitleleri, daha doğrusu “millet”in aptal kesimidir.
Geleceğe olan umudumuzu hiç yitirmedik. Zulüm ve kan ne kadar artarsa artsın, geleceği haktan hukuktan, demokrasiden, barıştan yana olanlar kuracaktır.

Sevgiyle kalın...